28 Şubat 2009 Cumartesi

BATI HEMŞİNLİ KİMLİĞİNİN İKTİSADİ, TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL BİLEŞENLERİ; ERİVAN SUNUMU

Erivan'da bir kültür merkezinde açtığımız fotoğraf sergisinin geniş salonunda horon vuruyoruz. Horona birazdan Kırgız ve Rus Hemşinliler de katılacak. Hemşin'den giden ve Erivan'dan katılan Hemşetsiler, horona aynı dilden verilen komutla uyum sağlıyor...

Erivan'a ağustosta yaptığımız seyahat ve Hemşin Haftası etkinlikleri kapsamında sunum yapan Dr. Erhan Gürsel Ersoy* hayli ilgi toplayan bildirisinde, Pazar Hemşin civarından söz ediyor... Ankara'da bir üniversitesi öğretim üyesi olan Erhan hocanın metni aşağıda...


Hemşinlilerin, atalarının 8.yüzyılda Hamam Amatuni liderliğinde doğuda Sevan gölü civarlarından göçle geldikleri Fırtına Deresi’nin yukarı çığırlarında yer alan Dampur’u iskân etmelerine (“Hamam-ı şen” yani Hamam’ın iskân ettiği yer) atfen bu aidiyeti taşıdıklarına neredeyse hiç şüphe yoktur. Bugün Kaçkarlar üzerinde eski haritalarda geçen Tahpur mevkiindeki harabeler kim bilir belki de bu tarihe ışık tutabilecek belgeleri gizliyor olabilir. Hemşinlilerin “Geleneksel Hemşin” coğrafyasından zamanla gerek Batı’da Samsun, Sinop ve Karasu’ya gerekse doğuda Batum’a gruplar halinde göçlerinin tarihi ise Osmanlı-Rus harbi yıllarına yani 19. yüzyılın son çeyreğine rastlamaktadır.[1] Rus işgalinin ardından özellikle doğu Hemşin coğrafyasında Rusların nüfuzu oldukça fazla hissedilir. 1914–15 olayları ise bölgede Hıristiyan Hemşinlilerin varlığını tamamen yok etmiştir. Geride bugünkü Müslümanlaşmış Hemşin nüfusu kalmış bulunmaktadır.
Batı grubu Hemşinli coğrafyasının merkezini oluşturan ve Bläsing’in “Traditional Hamshen”[2] dediği Çamlıhemşin ilçesindeki mahalle köyler arasında en çok dikkat çeken hemen ilçenin batı yakasındaki Vice mahalleriyle Fırtına deresinin karşı yakasına düşen Mikrun-Kavak ve Sırt mahalleleri (Üçpareköy); derenin ana kolu ya da Makrevis mahallesi ve üzerindeki Şenyuva ve yukarısındaki köyler topluluğu ile Ayder üzerinden gelen Hala Deresi’nin iki yakasındaki Hala köylerdir. Elbette bu köylerin tasarrufundaki yaylaları da bu coğrafyaya dâhil etmek gerekir. Bu gruba Pazar ilçesine bağlı Akbucak ve diğer Hemşin köyleri ile yukarıda Baş Hemşin ile Zuga Hemşin belde ve nahiyelerindeki Hemşinlileri de dâhil edebiliriz. Bu mahalle ve köylerde oturan Hemşinli nüfusunu kesin bir rakam olarak bilmiyoruz. Zira köylere kayıtlı nüfusun önemli bir kısmı bugün Türkiye’nin birçok kentine dağılmış kalabalık bir gurbetçi nüfusu oluşturuyor. Dahası bu durum ileride göreceğimiz gibi Hemşinli kimliğinin inşasında da önemli bir unsur ya da değişken olma özelliği gösteriyor.
Batı Grubu Hemşinli kimliğinin inşasında önemli itki ve katkıları bulunan iktisadi toplumsal ve kültürel değişkenden ilki, agro-pastoral yaşam tarzlarının bir parçası olan yaylacılıktır. Hemşinlilerin dağlık ve ormanlık coğrafyalarına uyum stratejilerinin bir sonucu olarak biçimlenen mevsimlik yayla göçleri dikey (vertical) transhumans tarzındadır. Diğer bir iktisadi değişken ise, geleneksel uyarlanma stratejisinin zamanla halkın geçim gereksinimlerini karşılayacak düzeyde bir güvence teşkil edemediği iktisadi buhran yıllarında, yurt dışına göçle şekillenmiş olan ve yakın zamanlara kadar neredeyse ismi sadece Hemşinlilerle anılan pastacılıktır. Her ne kadar fırıncılık, lokantacılık ve kafeterya işletmeciliği alanlarında da Hemşinli işletmeci ve çalışanlarla sık olarak karşılaşılsa da, Hemşinlilerin özellikle pastacılıkla ün sağladıklarından kesin olarak söz edebiliriz. Öyle ki, Hemşin halkının yakın dönem tarihini, pastacılık serüvenleri vasıtasıyla anlatmak dahi mümkündür.[3] Şimdi sırasıyla bu iki iktisadi faaliyet alanının Hemşinli kimliğinin inşasındaki işlevlerine bakabiliriz
Geleneksel Hemşin köy iktisadının bir eklentisi olan yaylacılık, ne bu halkın etnik kökenlerinin ne de atalarının yüzlerce yıl öncesinde yaşadıkları eski coğrafyalarından edindikleri göçebelik deneyim ve ideolojisinin bugünkü Hemşin coğrafyasındaki tezahürüdür[4]. Bu yaşam tarzını, tüm Doğu Karadeniz için geçerli olan topoğrafya ve iklim koşullarına halkın geçimlik gereksinimleri için zorunlu bir uyarlanma stratejisinin sonucu olarak görmek gerekir. Yaylacılık ya da çobanlığı sadece belli bir etnik grup ya da etni ile ilişkili gören primordiyalist milliyetçi anlayış ya da ideoloji, bugün hala yaylacılıkla Türklük arasında tek-doğrusal bir ilişki kurma eğilimindedir. Bu Türkiye’de beşeri ve sosyal bilimlerde alanında karşılaştığımız en bilindik ve eski (ideolojik yönelimi ağır basan) yapay korelâsyonlardan biridir. Bu nedenle Hemşin yaylacılığına bakarak bu toplumu Oğuz boyu Türklerinden biri olarak göstermeye çalışmak ise bugün hala Kürt meselesinde olduğu üzere Milliyetçi Türk Tarih Tezi doğrultusunda, ulus devlet sınırları içindeki tüm etnik unsurların Türklüğünü kanıtlama çabalarının yerel ya da bölgesel yansımalarından biridir.[5] Hemşindeki transhumansın, başat olarak koyun ve keçi sürüleriyle şekillenen, yazlak ve kışlaklar arasında daimi horizontal transhümans şeklinde tezahür eden “İç Asya step nomadizmi” ile uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. Ancak dağılım alanı tüm Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyasını içine alan koşullar içinde çeşitlenerek şekillenmiş, Anadolu’da izleri Batı Toroslar’da Likya ve Psidya antik yerleşimlerinden Pontos’a kadar sürülebilen kadim Anadolu dağlık bölge halklarının en eski ve köklü iktisadi ve toplumsal uyarlanma stratejilerinden birini oluşturuyordu. Transhümans ya da yaz mevsiminde köylülerin yüksek dağ çayırlarından yararlanmak üzere hayvanlarıyla birlikte organize ettikleri vertikal transhumans geleneği, muhtemelen Hemşin halkı bölgeye gelmeden önce de bu coğrafyada sürdürülmekte olan eski bir stratejiydi.[6] Bununla birlikte Hemşinliler bir zamanlar Anadolu genelinde yaygın geçim stratejilerinden birini oluşturan “yaylacılığı” Kaçkar Dağları’nın özgül ekolojik koşullarına uygun pastoral tekniklerle ve kendi kültürel gelenekleri vasıtasıyla çeşitli anlamlarla ve önem atfettikleri değerlerle donatarak, kültürel kimliklerinin ayırt edici bir unsuru haline getirdiler.
Peki, Hemşin yaylacılığının tikel ya da Hemşinlilere özgü karakteristikleri nelerdir diye soracak olursak işte bu noktada hemen söylenecek ilk şey, Hemşinin kültürel gelenekleri arasında zengin motiflerle karşımıza çıkan her yaz coşkuyla kutlanan Vartavar şenliğidir. Zira bu şenlik bu isimle ve buna ilaveten Hodoç şenliği sadece Batı Hemşin grubunun Çamlıhemşin ilçesi Hemşin halkı tarafından sadece yaylalarda kutlanır. Doğu Hemşin grubu Vartavarı kutlamazlar. Hodoc ise bu isimle sadece Hala grubu Hemşinli nüfusu tarafından Eylül başlarında Ayder’de kutlanan, ot biçme işlerini akşamları eğlenceli ve bereketli kılmaya dönük bir şenliktir. Horon, tulum ve atma türküler ise şenliklere anlam kazandıran asli sözlü folklorik unsurlardır.[7] Zira yaylalarda buluşan Hemşin nüfusu alt birimlere göre (birden fazla köy ve/veya mahalleden ve kentlerden katılımlarla) daha kalabalık ve kozmopolit olduğundan daha geniş bir toplumun bir araya gelip nüveleşmesine olanak sağlar. Dahası evlilik çağındaki gençlere eş bulma fırsatı da sunar. Bu bakımdan yayla mâni ve türkülerinde sevdalanmaya ve (yayla mevsimi kısa olduğundan) ayrılığa dair motiflere çok rastlanır.
Maalesef bugün Ayder oldukça kozmopolit bir turistik merkez haline gelince, eski Hodoc kutlamaları giderek popülerleşip turistik bir hüviyet kazanan Ayder şenliği tarafından massedilip eski önemini kaybetmiştir. Ayder şenliği, geleneksel kutlamaları, Hemşin halkının kendine özgü toplumsal-kültürel işlev ve bağlamlarından kopartarak kimliksizleştirmiştir. Bugün Ayder (Yukarı Ambarlık mevkii dâhil) artık Hala grubu Hemşin köylerinin kültürel geleneklerini sürdürebileceği bir mekân olma özelliğini kaybetmiştir. Zira turizmin yol açtığı karmaşa ve kozmopolitlik nedeniyle bu coğrafya üzerinde eski toplumun kendi geleneklerini organize etme kabiliyet ve kontrolü artık kalmamıştır. Benzer bir tehdit üst zonda, Kavrun yaylası gibi yayla turizmi ile gelişen mekânlar için de söz konusudur. Zira Hemşin yaylacılığının iktisadi önemi azalmış olsa da, izole olmalarını sağlayan coğrafi imkânları sayesinde, çok sayıda Hemşin köyünün ortak buluşma mekânları olarak yakın zamanlara kadar Hemşinli kültürel kimliğinin pekiştirilerek yaşatılmasına fırsat veriyordu. Daha da önemlisi geniş tekne vadiler içinde yer almaları nedeniyle yaylalar köylerden daha kalabalık nüfusları bir araya getirecek mekânsal kapasitelere de sahipler ve alt orman kuşağı içindeki dağınık ve parçalı köy yerleşmelerinin aksine, alp kuşağındaki yaylalar oldukça derli toplu birer köy görünümüne sahiptir. [8]
Turizmle dışarıdan denetime açık hale gelen ve turistik taleplere göre yeniden biçimlenerek farklılaşmaya başlayan yaylaların Hemşinli kültürel kimliğinin taşıyıcısı olma özelliği de artık hızla kaybolmaya başlamıştır. Zira yaylalarda süre giden düzen ve organizasyonlar, yerel toplumun iktisadi, toplumsal ve kültürel gereksinim ve taleplerinden çok, turizme yönelik dış taleplerin denetimi altına girmeye başlamışlardır. Örneğin, her yaz “Vartavar’da genç ve bekâr kızların köylerdeki çay toplama ve ot biçme işi bitince, iş kıyafetlerini çıkarıp temiz özenli kıyafetler üzerine ve bolca altın takıar takıştırıp, yine birbirinden süslü baş donanımlarıyla gruplar halinde ve türküler atarak yaylalara çıktıkları bilinir. Batı grubu Hemşin halkına özgü folklorik bir unsur olan bu Kuşiva veya Küşeve başı, pullu siyah şifon üzerine renkli ve desenli ipek şalın (şay dedikleri renkli desenli puşi) önden alın üzerinde çaprazlanarak arkada uzun ve havalı bir topuz ve kuyrukla sonlandırılması ile elde edilen bir baş donanım tarzıdır. Doğu Grubu Hemşin halkında görülmeyen bu donanım, bugün turizmin bölgeye girişiyle birlikte o denli popülerleşmiştir ki neredeyse bütün turistik Karadeniz rehber kitap ve broşürlerinin kapakları üzerine işlenen figürlerin başında gelmektedir.
Pastacılık meselesine gelince, bu meslek alanında yakın zamanlara kadar Hemşinlilerin ustalıkları ile nam salmaları, bölgesel coğrafi ve iktisadi koşulların yanı sıra, özellikle bu çalışmanın başında sözünü ettiğimiz 19. yüzyılda Anadolu’nun doğusunda cereyan eden siyasi çalkantıların yol açtığı zorunlu kitlesel göç olaylarıyla da ilişkilidir. Şüphesiz Hemşinlilerin, 15. yüzyıldan itibaren bölgedeki İslamlaştırma politikalarından, mollaların baskısından ve kıyımlarından muzdarip olarak Batum’a ve diğer Rus vilayetlerine kaçmış Hıristiyan akrabaları da vardı. Göç ve gurbetçiliğin öyküsünün buralarda yazılmaya başlanması bu nedenle sürpriz değildi. Uğur Biryol’un “gurbet Pastası” kitabında Bu göç serüvenin yaşanmış öykülerle süslü zengin anlatımlarını bulabiliyoruz. Bu göç ve pastacılık serüveni haliyle diğer etnik grupların iç göç ve gurbet öykülerinden bir hayli farklıdır. Örneğin Türkiye’deki neredeyse bütün midyecilerin Mardinli olması, Ankara sebze ve meyve halinin Haymana Kürtlerinin tekelinde olmasından da bir hayli farklıdır. Zira yurt dışına (Doğu Bloğu ülkelerine) iş göçüyle birlikte pastacılık alanındaki uzmanlaşmaları ve Bolşevik ihtilalini takiben (özellikle Stalin dönemindeki sürgün politikalarıyla) Türkiye’ye dönerek bu mesleği icra etmeye yönelik teşebbüsleri, ulusal ekonomiye diğer etnik gruplardan oldukça farklı bir eklemlenme sürecini de beraberinde getirmiştir. Pastacılık mesleği vasıtasıyla ulusal ekonomiye eklemlenmenin, klasik köyden kente göç olgusundan farkı, mesleki uzmanlaşmaları sayesinde kent varoşları veya kenar semtleri yerine, dönem itibariyle pastane ürünlerinin yegâne müşterileri olan burjuvazinin yaşadığı kent merkezlerine doğru olmasıdır. Bu nedenle ilk işletme örneklerinin isimleri de Avrupalı isimlerdi: Cafe Maya, Zürih, Milka, Flamingo gibi. Gurbet Pastası kitabının önsözünde, dönemin koşulları itibariyle bu eklemlenme sürecinin daha detaylı bir analizini yapmıştım:
…Çünkü pastaneler o yıllarda [1950–1960] ancak orta sınıf ile daha çok yüksek tabakaların tüketim kalıpları arasında yer alıyordu. Hatta bunlar arasında (Örneğin, Reyhanlar gibi) bir dönem Cumhurbaşkanlığı resepsiyonlarına hizmet vermiş olmakla övünenler dahi bulunmaktaydı. Dolayısıyla böylesine yüksek sınıftan kesimlere ve bürokratlara ürün ve hizmet sunmanın gereği olarak ona uygun bir etiket taşımayı tercih etmişlerdi denebilir. Şüphesiz bunlar arasında Avrupa deneyiminden öykünmelerle ya da esinlenmelerle seçilmiş isimler de olmalıydı. Oysa fırıncılık, farklı bir statüydü ve ekmeği alt sınıflar dâhil tüm kesimler için üretmek Hemşinli için böyle bir statü ayrıcalığı bahşetmiyordu ve dolayısıyla Kaçkar fırını gibi yerel isimler konmasında da bir sakınca yoktu. Ama pastacılık, yüksek sınıftan insanlarla münasebetin gereği olarak farklı bir statüye ayrışmayı getiriyordu… Ancak yerel kültürel kimliğin yani farklılıkların gizlenmesinin çok daha önemli bir nedensel açıklaması bulunuyor: Hemşinlilerin kültürel farklılıklarını ön plana çıkarmadan toplumsal hayata asimile olmaları. İşte bir meslek grubu halinde örgütlenmeleri nedeniyle Hemşinliler toplumsal sisteme [sorunsuzca ve kolayca] asimile olma yolunu seçmişlerdi ve Hemşin seçkinlerinin etnik kimliklerini gizleme yönündeki katı tutumlarının nedeni buydu. Hemşinliler, pastacılık sayesinde ulus-devlete entegrasyonlarını kolaylaştıracak uygun bir [mesleki] örgütlenme biçimi elde etmişlerdi ve önceleri “akraba ve hemşeri dayanışması” ile başlayıp gelişen süreç, kapitalistleşme ve örgütsel bağların gevşemesiyle birlikte yabancı (Hemşinli olmayan) unsurların geçişine izin verdi. (Biryol, 2007: 15-16).
Diğer gruplar açısından bunu söylemek ise pek mümkün değil. Gurbetçilik ve bunun ucunda bir zamanlar en ideal meslek olarak pastacılık sadece Hemşinli gençlerin gelecek ve kurtuluş umudu olarak bir arada değer kazanmaktaydı. Bu Hemşinli olmanın umudu olduğu kadar gurur kapısıdır. Göç ve gurbetle kaderi bağlanmış Hemşinlilik gururu, genç yaşta erkek çocuklarını pastacılık sanatını öğrensin diye gurbete göndermiş olan gözü yaşlı anaların buruk bir gönençle dile getirdikleri “gurbet uşağı” betimlemesinde saklıdır. Öyle ki, gurbete gidip para kazanmayana kız dahi verilmez:
“Köyde oturan erkeğe kız vermeyiz. Gurbete gidip para kazanacak, ev bark sahibi olacak ki evlenebilsin (Balıkçı 1997: 51).
Hemşin halkı günümüzde kentlerde nam saldıkları pastacılıkla ilgili o gururlu gurbetçi geçmişlerinin artık sonuna geldiklerini, süpermarketlerin pasta işine de girmeleri nedeniyle pastacılığın artık eski cazibesini kaybettiğini söylüyorlar. Gerçekten de örneğin başkent Ankara’da, sadece yaşadığım semt Kavaklıdere’de Meram, Puding, Fidan pastaneleri birer birer kapandılar. Reyhanlar’ın en son kafe’ye dönüştürdükleri dükkânlarını daha ne kadar süre açık tutabileceklerini bilmiyoruz. Ankara’nın popüler caddelerinden birinde olduğundan Tunalı’daki Flamingo pastanesi hala ayakta. Ama Kızılay’daki şubesi kapandı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Dahası Ankara’nın en seçkin lokanta işletmelerinden Makrevis’li Şişmanlar’a ait Washington restoran da (Elazığlılara) el değiştirdi. Beklide bu nedenlerle son yılarda kentlerden memleketleri Hemşin’e dönerek yayla turizmiyle uğraşmak, özellikle işsiz kalan gençlerin yeni umudu oldu diyebiliriz. Bu yeni oluşum kentlerdeki okumuş ve iş güç sahibi (belli bir gelir ya da sermaye sahibi) Hemşinlilerin (Çinçiva’da Fırtına Pansiyon ve A. Vice’ Ekodanitap gibi) kendi memleketlerinde pansiyonculuk ve doğa turlar organizasyonları gibi girişimlerine de olanak sağlıyor. Özellikle okur-yazar ve entelektüel Hemşinlilerin büyük kentlerden (kentlerin gürültülü, sağlıksız, gerilimli hayatından) kaçarak kendi memleketlerine dönme isteği ve girişimleri, Hemşinlilik bilinci gibi Kaçkar doğasının koruma bilinci açısından umut verici bir gelişme olarak görülebilir. Ancak şimdilik turizmin iştah kabartan parasal getirileri, bu iki bilincin önünde gidiyor ve hızla yerel iktisadi yapı ve ilişkiler gibi toplumsal-kültürel ilişkileri de çözmeye devam ediyor.
Bugün Hemşinlilerin kendilerini nasıl algıladıkları konusuna gelirsek, Ermeni kökenli olmak gibi zor bir etiketi taşımak ile, tüm doğu Karadeniz halklarıyla birlikte Laz steorotipleştirmesi içine sokulmak arasında kaldıkları söylenebilir. Zira ilki pastacılık sayesinde sorunsuzca eklemlendikleri ulus devletin resmi ideolojisi ile sorunlu hatta çatışmalı bir seçeneği oluştururken, diğeri kendilerini ezelden beri ayrı tuttukları komşularıyla bir tutulmak anlamına gelmektedir. Üstelik Hemşinliler adları birlikte anılmasın diye Lazlarla hala kız alıp vermekte çekice görüyorlar.
Batı Hemşin grubunun kimlik algısındaki sorunlu alan, etnik kimliklerinin tarihsel arka planıyla ilgili ciddi bir toplumsal hafıza kaybıyla malul olmasıdır. Gerçekten de geçmişte yaşanmış veya tanıklık etmiş olunan toplumsal bir travmayla ilişkilendirilebilecek denli bir hafıza kaybıyla karşılaşıyoruz. Çok can alıcı ve burada girmek istemediğin 1914–1915 olaylarının bu coğrafyada nasıl cereyan ettiği elbette bir “sır” olarak duruyor. Ancak, Hemşin halkının büyük bir kısmının Karadeniz genelindeki İslamlaştırma ve Türkleştirme politikalarıyla tehcirden çok önceleri din değiştirmiş olarak etnik kıyımdan kurtulduklarını söyleyebiliriz. Bununla birlikte de Hıristiyan komşu ve akrabalarının akıbetini tanıkları olarak yaşadıkları travmayı gösterebiliriz. 1990 yılında doktora tezimin alan çalışması sırasında bu konuda aldığım tek malumat, Ayder’de pansiyonlarında kaldığım yaşlı bir kadının anlattığı, o yıllarda çocukluk çağını idrak eden kendi kuşağından insanların, Elevit’te oturan son birkaç Hıristiyan haneyi jandarmaların boşaltıp götürdüklerini ve arkalarından el salladıklarını hatırladıklarından ibarettir. Günümüzde AB süreciyle tekrar alevlenen soykırım tartışmaları ve özellikle yeni toplumsal travmamız Hrand Dink’in öldürülmesinin ardından şüphesiz Hemşinliler haklarındaki iddialara daha da büyük bir hassasiyet gösteriyorlar ve temellendirilmesinde ve özdeşleşmekte güçlük duydukları bu kökenle barışık hale gelmeleri, ortam demokratikleşmediği sürece çok güç görünüyor. Ama en azından şu açık ki kendi kimliklerini geniş Laz steorotipleştirmesinin dışına çıkarmalarına yetecek denli elle tutulur ve gözle görülür kültürel kimlik farklılıkları var ve fizyonomik açıdan dahi benzemedikleri Lazlarla da Ayder’de gelişmekte olan turizmden kimin daha çok pay alacağı “kavgasından” başka bugün alıp veremedikleri bir şey bulunmuyor. Transaksiyonalist yaklaşımla çözümlenecek olursa, bu elbette iki halkın çok eskiden beri rekabetçi değil de birbirlerini destekleyici (tamamlayıcı) iktisadi uzmanlaşmaları sayesinde mümkün olmuştur. İki halk birbirlerinin uzmanlaşma alanlarına girmeyip, mock fighting düzeyindeki sözlü rekabetten öteye gitmeyen atışmalarla, çatışmasız bir şekilde, gizli bir uzlaşmayla etnik sınırlarını sürekli yeniden inşa edip koruyabildiler.
Dışarıdan Hemşin halkı ve kültürünün nasıl algılandığı konusu ise, bugüne kadar çalışılmamış bir konudur. Ne ki Hemşin coğrafyasına eskiden Kaçkar dağları ekspedisyonları için gelen yabancı grupların raporlarından bazı bilgilere ulaşmamız mümkün görünüyor. Örneğin, Fedden ve Goodfellow ‘a ait 1960’lı yıllarda Kaçkar dağlarına yönelik bir ekspedisyon raporunda Hemşin erkeklerinin ekspedisyona “şerpalık” etmeyi (yani yük taşımayı) reddetmeleri üzerine yöre erkekleri hakkında “aristokrat tavırlı” betimlemesinin kullanıldığını görüyoruz.[9] Aynı raporda kadınların “tavus kuşları” gibi süslü başörtülerinden de söz ediliyor. Yabancılar, erkeklerin değil de kadınların –üstelik bu kadar süslü kıyafetler içindeyken- sırtlarında iple ya da sepetle ağır yük taşıyor olmalarını epeyce yadırgamış olsalar gerek. Ne ki, bu manzara bugün Türk kamuoyu ve medyasında dahi hâkim bir klişedir ve sürekli çalışan, erkeğine hizmet eden Karadeniz kadınına karşılık, çalışmayarak kahvede vakit geçiren ve kumar oynayan Karadeniz erkeği kalıp yargısı, hala çok yaygındır. Rize’nin kıyı köylerinden biri olan Sümer’de çay işletmelerindeki iş bölümü ilişkilerini incelemiş olan Hann’ın (1990: 4-5), erkeklerin çay üretimindeki rolleriyle ilişkili gözlem ve analizleri şöyledir:
“…çay üretimine geçişten önceki dönemlerde, erkeklerin bölgesel ekonomik faktörler ve nüfus baskısı nedeniyle başka bölgelere göç etmeleri sonucu yöredeki tüm ekonomik uğraşıları kadınların üzerine kalmıştır. Sanılanın aksine erkekler boş durmamaktadır; çayın ekonomiye girişinden sonra, başka bir işi olmayan erkekler pek âlâ çay üretimiyle ilgili işlerde, hatta çoğunlukla kadınların yaptığı, çay toplama ve taşıma işinde de çalışmaktadır. Köyden birçok erkeğin aynı dönemde yöredeki çay fabrikalarında, geçici işçi statüsünde el emeğine dayanan işlerde çalışmalarının, çayla ilgili işlerin yoğunluk kazandığı dönemlerde çay bahçelerinde erkeklere rastlanmamasını anlaşılır kılmaktadır.”

Benim çayın ekonomiye girişiyle birlikte köylerde kalan işsiz ya da gurbete çıkmamış Hemşin erkeklerinin işgücüne katılımlarıyla ilgili gözlemlerim bundan pek farklı değildir. Bunun bir istisnası pastacı işletme sahibi Bağkur emeklisi erkeklerle, devlete ait hizmet sektöründe çalışıp emekli aylığı olan erkeklerdir. Gurbette çalışan genç erkeklerden yazın köylerine izinli geldiklerinde ot biçme, evin onarımı, odun tedariki, hayvanların veterinere götürülmeleri, yaylaya çıkış erzak hazırlıkları gibi işleri görmeleri hala beklenen şeylerdir. Hemşin’de erkeğin statü ayrışmasını sağlayan esas meslek pastacılıktır. Birçok okumuş, yüksek okul diplomalı Hemşinli kadın ve erkekler sayılmazsa, kente yerleşmiş Hemşin kadını ancak dükkânda tezgâhta oturabilir:
“…[Erkekleri gurbette olduğundan] Yaz kış Hemşinde kalan diğer hane üyeleri, özellikle kadınlar ise günlük rutinin yanı sıra çay dâhil tarıma dayalı üretimin asıl taşıyıcılarıdır. Odun, ot ve gıda maddeleri gibi ağır yüklerin taşıyıcısı da çoğunlukla kadınlardır. Ancak, onlar daha çok erkeklerinden onlara düşen destek ve güvenceleri yerine getirmedikleri zaman yakınırlar. Yani gurbetten para göndermedikleri, ot biçmeyle ve yaşlılarının şikâyetleriyle ilgilenmedikleri zaman. Bir Hemşinli kadına, “her işe sen koşuyorsun, kocan neden sana yardım etmiyor, yükleri neden ona taşıtmıyorsun?” diye soracak olursanız kendisinden genellikle şöyle bir karşılık duyarsınız: “O bütün yıl şehirde çalıştı, para kazandı, ailemizin direğidir. Şimdi tatilde, dinlenmek hizmet görmek hakkıdır.” Elbette kadın bu dinlenme hakkını kendinde görmeyen ve her zaman çalışan bir cinsiyet olarak eşitsiz bir konumdadır. Ama erkeğine yük taşıtmayacak kadar onun gurbette edindiği statüye de saygılıdır…” (Biryol 2007: 18-19)

Son yıllarda yerel kültürel kimliklerin önem kazanması süreci açısından Hemşinlinin durumunu inceleyecek olursak; bu sürecin oldukça somut (nesnel) tanıklıklarından söz edebilirim. Turizmle birlikte daha doğrusu 1990’larda gelişen yerel kimlikleri pazara sürme modasının artmasıyla birlikte kentlerdeki Hemşin pastane ve lokantalarında da tabelalar değişmeye başladı. Örneğin oturduğum semtte kapanmadan önce Esat’taki Puding pastanesinin tabelası indirilip yerine Palovit asıldı; üstelik yaylayı sembolize eden figürlerle. Nayla, Serender, Pilita, pastane ve lokanta isimleri oldular. Dahası bir gün Nenehatun’da Hatun pastenesine servis yapan station vagon bir arabanın arka camında italik ve elyazısı harflerle Hemşinli yazısını gururla yazacak kadar cesaret kazandıran bir gelişmeydi ve bu bugün de devam ediyor. Ancak “o tulumla konuşan gururlu insanlar”dan söz edildiğinde yaşlılar gençleri bu çemberin dışına iterken ve Hemşinliliğin yozlaşmasından yakınırken, gençler de Hemşin coğrafyasını bu güne kadar kendi kaderine terk etmekle ve hiçbir yatırım yapmamakla suçladıkları yaşlı kuşağın gelecek Hemşinli nesillere pek bir şey bırakmadıklarından yakınıyorlar. Bu arada yaşlıların bağnazlığından da dem vuran, Hemşinliliğin tarihi arka planına meraklı daha yürekli okumuş bir genç kuşak ta milliyetçi tezlerden, doğmalardan örülü o eski köhnemiş “gövdeyi” zorlayıp geçmeye daha istekli görünüyorlar.
Sonuç Yerine
Doğu Karadeniz’in etnik ve kültürel çeşitliliğinin ortaya çıkarılmasında, Zugaşi Berepe ile geçen yıl kanserden yitirdiğimiz Kazım Koyuncu’nun, Birol Topaloğlu, Grup Helesa ve benzeri yürekli entelektüel ve sanatçı insanların önderliği ile uyanan bilincin verdiği –tüm korku kültürü senaryo ve tehditlerine rağmen- cesaretin bunda şüphesiz büyük payı var. Vova grubunun kurulması ve Hemşin Ermenicesiyle ezgiler seslendirmeleri de aynı yürekli girişimin bir parçası oldu. Yaşadığım topraklarda bugünlerde yükselen milliyetçilik dalgasında, Türkiye’nin çeşitlilik içinde birlik bilincine doğru uyanışının önüne geçme çabalarının önemli bir rolü var. Doğu Karadeniz bölgesi bu bakımdan en hassas coğrafyalardan birini oluşturuyor. Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayetlerinin faillerinin bu bölgeden çıkması muhakkak bir tesadüf değildi. Türkiye üzerinde dış güçlerin ve özellikle toprakları üzerinde hak iddia eden grupların ciddi plan ve tezgâhlar kurdukları dedikodu kültürü ile yaratılan infial, Karadeniz’de işsiz ve medya vasıtasıyla yayılan şoven milliyetçilik ve şiddeti özendiren yayınlarla bombardımana uğrayan gençler, bu cinayetleri planlayan güçler ve örgütleri (Ergenekon gibi) için kullanılmaya hazır tetikçiler haline getiriliyorlar. Muhtemelen buraya davet edilişimizin gerçek amacı konusunda akademik çevremden birçoklarının kafalarındaki soru işaretlerini veya şüpheleri dağıtmak, Türkiye’ye döndüğümde de pek mümkün olmayacak. Ne ki, Türkiye genelinde akademia, statükonun bir parçası olmaya devam ettiğinden, bu benim için pek de şaşırtıcı gelmiyor. Aslen mübadele ile kültürel köklerinden sökülüp Balkanlardan Anadolu’ya getirilmiş bir toplumun üçüncü kuşaktan üyesi olarak Samsun doğumlu olmak dışında Hemşinlilerle doğuştan bir akrabalık bağı bile olmayan bir kişi olarak bu misyonu bir akademisyen olarak üstlenmekten gurur duyuyorum. Korku kültürünün ve şiddetin söz sahibi olmayacağı bir gelecek için daha cesurca ortaya çıkmak gerektiğini de savunuyorum.

Yararlanılan Kaynaklar:
Balıkçı, Gülsen (1997) “Rize/Pazar/Akbucak, Ortayol ve Uğrak Köylerinin Etnik Yapıları.” (Basılmamış yüksek lisans tezi), Ankara: A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkbilim Anabilim Dalı.
Biryol, Uğur (2007) Hemşinliler, Göç ve Pastacılık: Gurbet Pastası. İstanbul: İletişim Yayınları.
Bläsing, Uwe (2001) “Some aspects of Armenian-Turkish language contacts.” Paper presented at the International Conferance on Armenian Dialectology, Stepanakert, August, 11 -12.
Bryer, Anthony (1975) “Greeks and Turkmens: The Pontic Exception.” Dumbarton Oaks Papers, XXIX,, 115-151.
Ersoy, E. G., (2003) “Herkesin Türklüğü”ne Dair Yerel Yansımalara Örnekler: Lazlar ve Hemşinliler.” Toplum ve Bilim, 96, 75 - 92.
Ersoy, E. G., (1995) "Hemşinli Etnik Kimliğine Antropolojik Bir Bakış." Birikim, 71 -72 (Etnik Kimlik ve Azınlıklar Özel Sayısı), 139-143.
Fedden and Goodffellow (1964) “Kaçkar (North Eastern Turkey).” Alpine Journal, LXIX, 129 -132.
Georgeon, F. (1995) “Bölüm XIII: Son Canlanış (1878-1908) s.145-211.” Osmanlı İmparatorluğu Tarihi II, Yayın Yönetmeni: Robert Mantran, (Çeviren: Server Tanilli). İstanbul: Cem Yayınevi
Hann, Chris M. (1990), “The Sexual Division of Labour in Lazistan.” (Paper Prepared for the Workshop), Culture and the Economy: Changes in Turkish Villages. London: S.O.A.S. (25th May 1990).
Kırzıoğlu, Fahrettin (1966) “Eski-Oğuz (Arsaklı-Part) Kalıntısı Hemşinliler.” Türk Folklor Araştırmaları, X, 201, Yıl:17, 4099-4104.
Shahnazarian, Nona (2003) “Nomadic Identity: the Case of the Hemshils (Hemshins)” Paper presented to “Hamshen Workshop 2003” Leiden: Leiden University, Dept. Of Comparative Linguistics, (23-24 September 2003).
Soysu, Hale (1991) “Hemşinliler: Tulumla Konuşan Gururlu Insanlar.” İkibin’e Doğru, 41: 44 - 47.
Ulusoy, Duygu 2002 Çamlıhemşin Yöresi Hemşin Halkının Toplumsal Yaşamında Tulum ve Horon’un Yeri ve İşlevleri.(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara: H.Ü. S.B.E.
* Assistant Professor, Hacettepe Üniversitesi, Antropoloji Bölümü.
[1] Geogeon, F. (1995: 175) 1878 ile 1914 yılları arasında özellikle Hıristiyan (Ermeni, Rum, Arap) olmak üzere 300 bin insanın Osmanlı İmparatorluğunu terk ederek, Rusya’ya sığındığını (özellikle Ermeniler söz konusu olduğunda) ya da Birleşik Devletlere gidip, talihlerini denemeye kalkıştıklarını söylemektedir.
[2] Bkz. Bläsing, Uwe, August 11-12, 2001.
[3] Örnek bir çalışma, geçtiğimiz yıl İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Uğur Biryol’a ait Gurbet Pastası kitabıdır.
[4] Her ne kadar Nona Shahnazarian, Krasnodar Hemşinlilerinde göçebeliğin bu bölge Hemşinli kimliğinin ayırıcı unsuru olduğunu ileri sürse de, Türkiye Hemşinlilerinde böyle bir göçebelik ideolojisi ya da göçebelikle ilişkilendirilen bir kimlik algısı bulunmamaktadır (Shahnazarin 2003)
[5] Kırzıoğlu (bkz 1966: 4100) ismi özellikle Laz ve Hemşinliler üzerine bu milliyetçi tarih tezinin bölgede kapsamlı bir propagandisti olarak literatürde sık olarak karşımıza çıkıyor. Kırzıoğlu, yerel muharrir ve ileri gelenler üzerinde de etkin bir figür oluşturduğundan, fikirleri, etnik bilincin uyanmasına yol açabilecek tezlerin sızmasını engelleyici milliyetçi bir gövde (corpus) oluşumuna da hizmet etmiştir.
[6] Bu konuda bkz., Bryer (1975)..
[7] Hemşin horonuyla tulumunun işlevleri üzerine detaylı bir çalışma için bkz., Ulusoy, Duygu, 2002.
[8] Sadece Kavrun yaylasında, biri Pazar diğerleri Çamlıhemşin ilçesinden gelerek buluşan üç köy ile üç mahalleye ait 154 hane bulunuyordu ve bu hanelerden 92’si 1990 yazındaki alan çalışmam sırasında yayladaydı. Bu hanelerdeki toplam nüfus ise olağan koşullarda 240 iken; şenliklerde bunun üç, dört katını geçiyordu. Yaylalar yaz sezonunda aşağıdaki köylerin birçoğunun toplam nüfusundan da daha kalabalık nüfuslara ulaşmaktaydı (bkz. Ersoy, 1994: 56)
[9] Fedden and Goodffellow (1964) “Kaçkar (North Eastern Turkey).” Alpine Journal, LXIX, 129-132.

BİR HEMŞİN KÖYÜNDE KONUŞULAN TÜRKÇE AĞIZ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER: ERİVAN SUNUMU

Sevgili Ayşenur (Kolivar) sahnede devleşen bir sese sahip... Müthiş, müthiş, müthiş...

Hepiniz iyice biliyorsunuz artık. Sonbahar filminin özellikle finaldeki muhteşem şarkısını söyleyen kişi Ayşenur Kolivar... Bir etnomüzikolog gibi çalışan sevgili Ayşenur, durmadan konser vererek de araştırmalarını, yaptığı işi paylaşmakta. Denk geldi ve birlikte Hemşin Haftası için Erivan'a gittik. Ağustos ayında... Konserler, sergiler ve akademik toplantılar yapıldı. Ayşenur hoca da (kendisi bir özel üniversitede hocadır) orada Hemşin üzerine bir bilimsel rapor sundu. Rapor uzun ama burada asılı duracak. İsteyen okur... Okuyalım, güzelleşelim...


I. Giriş

Bu çalışmada, Hemşin kültürünün belirli unsurları, bir Hemşin köyünde konuşulan Türkçe ağzına dair alan çalışmasından elde edilen veriler üzerinden incelenecektir. Hemşin kültürü ifadesinin bazı belirsizlikler içermesi olası olduğundan her iki terimden de ne kastettiğimi anlatarak başlamak istiyorum.

A. Kültür kavramı

Kültür kavramı, 19. Yüzyılın sonlarından itibaren sosyal bilimler içerisindeki en karmaşık kavramlardan biri olmuştur. Karmaşıklığının bir boyutu KELİMENİN kısmen örtüşen birçok farklı anlama sahip olmasıdır. Bu nedenle, kullanıldığı her yerde hangi anlamda kullanıldığının açık bir şekilde tanımlanması gerektiğini düşünüyorum. Bu çalışmada kültür kavramı, bir insan grubunun varlığını sürdürmek ve yeniden üretmek için kullandığı bilgi birikimi ve eylemler anlamında kullanılmaktadır. Bu itibarla kültür bireysel bir şey değil, tam aksine bir grubun üyelerinin paylaştığı bilgi birikimi ve eylemlerdir.
Karmaşıklığının bir diğer boyutu da kimlik, ideoloji vs. türünden kavramlarla ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Hemşin kültürüne dair tartışma açısından bakıldığında özellikle kültür ve kimlik kavramları arasındaki ilişkinin önem taşıdığı kolayca görülür. Kimlik İFADESİ, kültürÜN aksine bireye ilişkin bir kavramdır ve bir kişinin çeşitli şekillerde tanımlanabilecek bir insan grubuna aidiyetini ifade eder.
Bu çalışmada, Hemşinli kimliği değil Hemşin kültürü ele alınacaktır. Bir başka deyişle, kendilerini Hemşinli olarak adlandıran kişilerin kendi kimliklerini nasıl tanımladıkları bu çalışmanın kapsamı dışındadır. Çalışmanın ana konusu Hemşin kültürünü paylaşan kişilerin varlıklarını sürdürmek ve yeniden üretmek için kullandığı bilgi birikimi ve eylemlerin bazılarını sunmaktır.
Karmaşıklığın bir başka boyutu da kültür kavramının bir soyutlama olmasından ileri gelmektedir. Bir başka deyişle, kültür kavramının gerçek dünyadaki temsilleri kendisini kültürlerarası ilişkiler sistemi içerisinde ortaya çıkan belirli bileşimler, çeşitlemeler vs. yoluyla ortaya koyar. Bu itibarla, Hemşin kültürü konusunda yapılacak bir tartışma açısından melez kültür kavramının önem taşıdığını düşünüyorum. Farklı kültürler, bir arada yaşamak ya da etkin iletişim olanaklarına sahip olmak gibi nedenlerden dolayı kendi bilgi birikimlerini ve eylemlerini başka bir kültürle yoğun, sistemli, sürdürülebilir ve geriye döndürülemez şekilde paylaşabilirler. Bu tür bir süreçte yeniden şekillenen kültürler melez kültürler olarak adlandırılmaktadır.
Buraya kadar kültür teriminden ne kastettiğimi açıklamaya çalıştım. Şimdi Hemşin kültürü başlığındaki Hemşin terimini ele alacağım.

B. Hemşin

Hemşin Doğu Karadeniz’de hem bir coğrafi bölgenin hem de bir kültürün adıdır. Coğrafi olarak Doğu Karadeniz dağlarının Rize ve Artvin ileri içerisinde yer alan bölümünün sırtları ve iç bölgeleri Türkiye’de Hemşin bölgesi olarak adlandırılmaktadır[1].
Genelde, Türkiye’deki Hemşin coğrafyası doğu (ya da Hopa) Hemşin ve batı Hemşin[2] şeklinde iki ana parçaya bölündüğü varsayılmaktadır[3] Doğu (ya da Hopa) Hemşin Artvin’in Hopa ilçesindeki Hemşin köylerinden oluşmaktadır. Bazı araştırmacılar aynı ilin Borçka ilçesindeki Hemşin köylerini de buraya dâhil etmektedir[4]. Batı Hemşin kültürel coğrafyasının sınırlarının tanımı ise biraz daha ihtilaflıdır. Batı Hemşin’in genellikle Rize ili Pazar ve Çamlıhemşin ilçelerindeki Hemşin köylerini içerdiği düşünülür. Bazı araştırmacılar,[5] İkizdere, Çayeli ve Fındıklı ilçelerindeki Hemşin köylerini de buna dâhil ederler. Bu coğrafi bölümlenme aynı zamanda kültürel bir ayrım olarak da düşünülür çünkü bu iki bölgenin birbirinden dil itibariyle de ayrıldığı iddia edilmektedir[6]. Batı Hemşin’de Türkçe ağızlar konuşulmasına karşılık doğu Hemşinlilerin iki dilli olduğu ve “Homşetsma” denilen bir batı Ermenice ağzını da konuştuğu kabul edilmektedir[7]. Bazı araştırmacılar[8], batı
[1] Türkiye dışında yaşayan Hemşinliler de vardır. Daha detaylı bilgi için bkz. Vaux, B. “Hemshinli: the forgotten Black Sea Armenians” Journal of Armenian Studies, 6.2: 2001, 47-71. Rusya’da yaşayan Hemşinliler ve Sovyet dönemi boyunca tarihleri için bkz. Hovann Simonian,“The vanished Khemshins”, Journal of Genocide Research, v.4. 3: 2002, pp. 375-385.
[2] Trabzon, Samsun, Ordu, Sakarya, Bolu, İzmit ve İstanbul’da da buralara çeşitli nedenlerden dolayı göç eden Hemşinliler tarafından kurulmuş olan Hemşin köyleri vardır.
[3] Gülsen Balıkçı, “Rize-Pazar/ Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinin etnik yapıları”, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, (Ankara:Ankara Üniversitesi, 1997), p.43, Levon Haçikyan, Hemşin gizemi, (İstanbul: Belge Yayınları, 1996), p.53, Ali Gündüz, Hemşinliler, (Ankara: Ardanuç Kültür Dayanışma Derneği, 2002), p.54, Hovann Simonian, “History and identity among the Hemshin”, ISIM NEWSLETTER, (Leiden: International Institute for the Study of Islam in the Modern World, 2004), p.24, Peter A. Andrews, Türkiyede etnik gruplar, (İstanbul: Ant, 1992), pp.181-182.
[4] Gülsen Balıkçı, “Rize-Pazar/ Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinin etnik yapıları”, Unpublished M.A dissertation, (Ankara:Ankara Üniversitesi, 1997), p.43, Hachikian, H. “Notes on the geography, history, demography, and anthropology of the Hemşinli”, in Hovann Simonian (ed.). The Hemshin: A Handbook, (London: Routledge Curzon, 2005).
[5] ibid, Yusuf Kobal, “Hemşin”, Cennet Rize’nin Sesi, 2: 1991, p.9, Ali Gündüz, Hemşinliler, (Ankara: Ardanuç Kültür Dayanışma Derneği, 2002), p.65, Gülsen Balıkçı, “Rize-Pazar/ Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinin etnik yapıları”, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, (Ankara:Ankara Üniversitesi, 1997), p.43.
[6] ibid., p.43, Peter A. Andrews, Türkiyede etnik gruplar, (İstanbul: Ant, 1992), p.182, Ali Gündüz, Hemşinliler, (Ankara: Ardanuç Kültür Dayanışma Derneği, 2002), p.68, Levon Haçikyan, Hemşin gizemi, (İstanbul: Belge Yayınları, 1996), p. 53.
[7] Homşetsma hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Sally J. Berens, “The phonetics and phonology of Homshestma”, Yayınlanmamış doktora tezi, (Harvard College, 1997) ve Bert Vaux, “Hemshinli: the forgotten Black Sea Armenians”, Journal of Armenian Studies, 6.2: 2001, 47-71.
[8] Ali Gündüz, Hemşinliler, (Ankara: Ardanuç Kültür Dayanışma Derneği, 2002), p.68, Orkun Yaman, “Etniklik ve Hemşin üzerine”, Halkbilimi. 7:1998, p.56.
Hemşin’deki Türkçe ağızlarda Homşetsma’dan geçen alıntı sözcükler bulunmakla birlikte, bunun bölgede yaşamış olan Ermenilerden kalma olduğunu ve Homşetsma’nın batı Hemşinliler tarafından batı Hemşin’de asla anadil olarak konuşulmadığını iddia etmektedir. Diğer yanda, başka bazı araştırmacılar da[1], Homşetsma’nın batı Hemşin’de anadil olarak konuşulmuş olduğunu ancak bugün tamamen unutulmuş olduğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla, sözcük dağarcığı düzeyinde Homşetsma’nın etkisi konusunda bir görüş birliği olmakla birlikte batı Hemşin’de Türkçe ağızlarda kullanılan sözcüklerin başka bir dilden geçme alıntı sözcükler mi olduğu yoksa daha önceden konuşulmuş olan bir dilin kalıntısı mı olduğu konusunda bir görüş ayrılığı vardır.
Buna karşın, sorunun esasının yukarıda tarif edilen görüş ayrılığı değil, Homşetsma’nın bugün batı Hemşin’de konuşulmadığı konusundaki görüş birliğinde yattığını düşünüyorum. Yaptığım alan çalışmasında Homşetsma’nın yerli konuşurlar tarafından batı Hemşin’de hala konuşulmakta olduğunu gördüm. Dolayısıyla, doğu ve batı Hemşin arasında yukarıda belirtilen dilsel ayrımın geçerli olmadığını düşünüyorum. Doğu ve batı Hemşin arasında dil farklılığı temelinde yapılan ayrım geçersiz olduğu için bu bölümleme yerine Hemşin terimini bütünlüklü bir kültürün ifadesi olarak kullanıyorum.
Bu bölgenin fiziksel coğrafya itibariyle en önemli özelliği dar kıyı çizgisi boyunca uzanan sıradağların dereler tarafından derin vadilere bölünmüş olmasıdır. Genelde, köyler vadilerde kasabalarsa kıyı bölgesindedir. Köylerde genellikle kendine yeterli bir toplum bulunduğundan köyler ve kasabalar arasındaki ilişki çay üretiminin bölge ekonomisinde belirleyici hale geldiği 70 yıllara kadar çok yoğun değildir.
Bölgenin kültürel coğrafyasının bir başka önemli özelliği de bölgede konuşulan dillerin ve var olan kültürlerin çeşitliliğidir. Hemşin bölgesi ve çevresinde konuşulan başlıca dil ve ağızlar resmi dil olarak Standart Türkçe, çeşitli Kuzey Anadolu Türkçe ağızları, Homşetsma, Lazca, Gürcüce, Pontus Rumcası, Kürtçe ve bu dillerin yöresel ağızlarıdır. Hemşin, Laz, Pontus Rum ve Gürcü kültürlerinin özellikle kasabalarda yoğun bir ilişki içerisindedir. Yalıtılmış köyler ve çok kültürlü kasabalardan oluşan bu yerleşim yapısının bölgede konuşulan dil ve ağızlar üzerinde önemli bir etkisi olmuştur. Bir yanda yalıtılmış köy yapıları söz konusu dil ve ağızların bazı önemli arkaik özelliklerini muhafaza etmesine olanak verirken diğer yanda kasabalardaki çok kültürlü ortam kültürler arasında güçlü bir etkileşime zemin hazırlamış, bu dil ve ağızlarda yeniliklerin ortaya çıkmasını kolaylaştırmıştır.
II. Olgu Sunumu: Bir Batı Hemşin Köyünde Alan Çalışması
[1] Levon Haçikyan, Hemşin gizemi, (İstanbul: Belge Yayınları, 1996), p.55, Hovann Simonian, “History and identity among the Hemshin”, ISIM NEWSLETTER, (Leiden: International Institute for the Study of Islam in the Modern World, 2004), p.24.
Bu çalışmada sunulan veriler Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde yaptığım yüksek lisans tezim için 2004 yılında toplanmış olan verilerdir. Yüksek lisans tezimin konusu Rize ili Çayeli ilçesindeki bir Hemşin köyünde konuşulan Türkçe ağzın sesbilimsel özellikleridir. Alan çalışması sırasında, bu köyde kendilerinin Ermenice olarak tanımladığı Homşetsma’nın da konuşulduğunu gözlemledim. Dolayısıyla köyde konuşulan Türkçe ağzın Homşetsma ile ilişkisinin göz önünde bulundurulması gerektiği açıktı. Homşetsma üzerine bilgilerim sınırlı olduğu için ve tezimin ana konusu köydeki Türkçe ağız olduğu için bu ilişkiyi ayrıntılı olarak inceleyemedim. Şimdi, bu Türkçe ağzın Homşetsma’yla ilişkili olabilecek bazı özelliklerine bazı dair olgular sunmak istiyorum.

A. Ünlü Sistemi

Sesbilimsel açıdan, bu Türkçe ağızda aşağıdaki ünlü dağarcığı tablosunda gösterilen beş ses bulunmaktadır. Aynı beş ünlülü sistem Hemşin’in Elevit[1] ve Senoz vadisi gibi diğer bölgelerinde de görülmektedir. Bu yaygın fenomenin örneklerine Trabzon[2] ve Rize[3] bölgelerinde konuşulan Türkçe ağızlarda da rastlamak mümkündür. Dolayısıyla dilbilimci Brendemoen haklı olarak şu soruyu sormaktadır: “…Neden Doğu Karadeniz ağızlarında /ı/, /ü/, /ö/ ünlülerinin bulunmaması yönünde bir eğilim vardır?” [4] Trabzon yöresindeki Türkçe ağızlara dair cevabı da şudur: “… bu durum ancak yabancı dillerin etkisiyle ya da Lars Johansson’un terminolojisini kullanacak olursak yabancı dillerden kod kopyalanmasıyla açıklanabilir… Burada sözkonusu olan başlıca dil Rumcadır, /ı/, /ü/ ve /ö/ ünlülerinin kullanılmaması eğilimi Rumcanın fonem dağarcığının Türkçeninkine kısmen dayatılması
[1] Ayşenur Kolivar, “Turkish vowel harmony and the dialects of Rize: a case study in Elevit” Yayınlanmamış makale.
[2] Bernt Brendemon, “A note on vowel rounding in the Trabzon dialects”, in A. Sumru Özsoy et al. (eds.), Studies in Turkish linguistics, Proceedings of the Tenth International Conference in Turkish Linguistics, (İstanbul: Boğaziçi University Press, 2003), pp.318-319.
Yasemin Öner, “Harheş dialect: a phonological and morphological analysis”, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, (Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1978), p.16.
[3] Turgut Günay, Rize ili ağızları, (Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 1978), p. 27 “Bunun sonucunda Rize ili ağızlarında diftonglar ve yazı dilinin tesiriyle doğan bazı analojik biçimler dışında ı, ö, ü seslerine rastlamak mümkün değildir.”
[4] Bernt Brendemon, “A note on vowel rounding in the Trabzon dialects”, in A. Sumru Özsoy et al. (eds.), Studies in Turkish linguistics, Proceedings of the Tenth International Conference in Turkish Linguistics, (İstanbul: Boğaziçi University Press, 2003), p.318.
sonucu ortaya çıkmıştır. Rumcanın ünlü sisteminde beş ünlü fonem bulunmaktadır, “tipik Türkçe” olan yani /ı/, /ü/ ve /ö/ ünlülerine sahip değildir.”[1]
Hemşin yöresinde Rumcanın etkisinin sorgulanabilir olduğu ve yörede halen daha iki dilli insanların yaşadığı göz önüne alındığında Hemşin bölgesinde yoğun olarak konuşulan diğer dillere yani Lazca ve Homşetsma’ya bakılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Gerek Homşetsma gerekse Laz dilinin beş ünlülü bir sisteme sahip olması gerçekten ilginç bir olgudur. Brendemoen’in akıl yürütmesine paralel bir şekilde düşünüldüğünde, Hemşin köylerindeki Türkçe ağızlarda beş adet ünlü bulunmasının bu dillerden kod kopyalanması suretiyle gerçekleştiği düşünülebilir. Bu köylerin sakinleri Homşetsma’ya çok daha fazla aşina olduğu için incelediğim Türkçe ağzında kullanılan beş ünlülü sistemin Homşetsma’dan kod kopyalanması suretiyle oluşmuş olması kuvvetle muhtemeldir.

A. /o/ foneminin kullanımına dair sınırlamalar

Standart Türkçede /o/ fonemi bir sözcüğün sadece ilk hecesinde bulunabilir. Doktor ya da horoz gibi sıkça kullanılan sözcükler alıntı sözcüklerdir ve bu kısıtlamanın istisnalarıdır. İncelediğim Hemşin köyünde kullanılan Türkçe ağızda da, /o/ fonemi Türkçe kökenli sözcüklerin sadece ilk hecelerinde bulunabilmektedir. Bununla birlikte, bu ağızda /o/ foneminin kullanımına dair kısıtlamanın ihlal edilmesinin başka birçok örneğini daha bulmak mümkündür. Standart Türkçede var olan istisnaların yanı sıra bu ihlallere özellikle yaygın olarak kullanılan Homşetsma kökenli sözcüklerde sıkça rastlanır.
[1] ibid., pp.318-319.
Standart Türkçedeki /o/ fonemine dair kısıtlamalar, bu ağız için şu şekilde yeniden tanımlanabilir: Türkçe kökenli sözcüklerde /o/ fonemi, /m/ ve /n/ ünsüzlerinden önce gelmediği sürece, ilk hece haricindeki hecelerde bulunamaz Bu ilginç fenomen sadece incelediğim ağza özgü değildir. Hemşin’deki diğer bazı Türkçe ağızlarda[1] ve Homşetsma’da[2] da yaygın bir şekilde görülmektedir. Ancak bu kısıtlama da alıntı sözcükler için geçerli değildir.
Bu fenomenle ilişkili olan diğer bir ilginç olgu daha vardır. Aşağıdaki verilerden de görülebileceği gibi /a/ ünlüsü /m/ ve /n/ ünsüzlerinden önce gelememektedir. /a/ ünlüsünün ardından ekleme nedeniyle /m/ ve /n/ ünsüzlerinden önce gelmek durumunda kaldığında /a/ ünlüsü /o/ ünlüsüne dönüşmektedir.
[1] Turgut Günay, Rize ili ağızları, (Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 1978), p.31.
[2] Bert Vaux, “Hemshinli: the forgotten Black Sea Armenians”, Journal of Armenian Studies, 6.2: 2001, p.59.
Bunun bir biçimsel sesbilim fenomeni olarak yorumlanması mümkündür ancak ona örneğinden de anlaşılabileceği üzere bu sözlüksel bir fenomendir.
Bildiğimiz kadarıyla Türkçenin hiçbir tarihsel döneminde bu tür bir özellik bulunmamaktadır. Bu nedenle, /a/ ünlüsünün /m/ ve /n/ ünlülerinden önce gelememesi bu ağız açısından bir yenilik olarak kabul edilebilir. Vaux[1] Klasik Ermenicede /m/ ve /n/ ünlülerinden önce gelen /a/ ünlüsünün Homşetsma’da /o/ ünlüsüne dönüştüğünü göstermiştir. Bu da, söz konusu Türkçe ağızda varılan bu özelliğin Homşetsma kaynaklı bir yenilik olarak yorumlanmasını destekleyen bir kanıttır.

A. Ünsüz Sistemi

[1] Bert Vaux, “Hemshinli: The Forgotten Black Sea Armenians”, Journal of Armenian Studies, 6.2: 2001, s. 59.
Türkçe ağzın Homşetsma’yla ilişkisine dair örneklere bu ağızda kullanılan ünsüz sisteminde de görmek mümkündür. Çoğu konuşurlar iki ağızlı ve bazıları da iki dilli olduğundan, ünsüz sistemi oldukça karmaşıktır. Burada özellikle ötümsüz, dişyuvasıl, patlamalı-sürtünmeli /ts/ ve ötümlü, dişyuvasıl, patlamalı-sürtünmeli /dz/ seslerinden bahsetmek istiyorum. Bu ünsüzler incelenen ağızda birer fonemdir.
/ts/ : ötümsüz, dişyuvasıl, patlamalı-sürtünmeli
/ç/ ünsüzü bu fonemin serbest çeşitlemesi olarak kullanılmaktadır, /ç/ ve /ts/ ünsüzleri her ortamda birbirinin yerine geçebilecek şekilde kullanılmaktadır. Ancak /ts/ çok daha yaygındır.
/ç/-/ts/ ya da /c/-/dz/ gibi belirli varyantlar için minimal çiftler bulunmamakta ve farklı konuşurlar tarafından ya da aynı konuşur tarafından farklı zamanlarda keyfi bir şekilde kullanılabilmektedir. Belirli fonemik ünsüzlerin köylerdeki farklı kuşaklar arasında nasıl çeşitlendiği kolayca gözlemlenebildiğinden bunun sesbilimsel bir fenomen olmasının yanı sıra sosyolinguistik bir fenomen olarak değerlendirilmesi de doğru olacaktır.
Homşetsma[1], Lazca[2] ve Pontus Rumcasında[3] da kullanılmakla birlikte Standart Türkçede bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu fonemlerin söz konusu ağızda bulunması da Homşetsma’nın etkisiyle açıklamak mümkündür.
Burada sunulan verilerden hareketle söz konusu Türkçe ağzın oluşumunda Homşetsma’yla sadece sözcük dağarcığı alışverişinin ötesine geçen bir etkileşimden söz edilebileceği görülmektedir. Burada altını çizmek istediğim nokta, ünlü ve ünsüz sistemleri ya da Türkçenin karakteristik özellikleri olan bazı kısıtlamaların kod kopyalanması nedeniyle yeniden tanımlanması gibi ağzın temel yapısını belirleyen unsurlar olduğudur. Burada tespit edilen bir etkileşimin sözcük dağarcığı alışverişine kıyasla çok daha derin bir ilişkiyi ifade ettiği açıktır.

A. Çoğulluk

Buraya kadar, incelediğim Türkçe ağızdaki bazı olguların açıklanması için Homşetsma’ya başvurmamızı gerektiren bazı örnekler sunmaya çalıştım. Bu ağızdaki kimi olguları açıklamak için de benzer bir şekilde Türkçenin arkaik bazı özelliklerine bakmak gerekmektedir. Bunlardan bir örnek vermek istiyorum.Bu ağızdaki soneklerin en önemli özelliği tek morfemli olmaları ve bu nedenle de uyum kurallarına uymamalarıdır. Uyum kurallarına uymayan sonekler hemen tüm Doğu Karadeniz Türkçe ağızlarında yaygındır. Brendemoen[4] tarafından da belirtildiği üzere, “burada, belirli sonekler değişken ön sonekler şeklinde standartlaşma eğilimindedir. Örneğin üçüncü çoğul şahıs çekim eki –ler gibi. Daha az rastlanmakla birlikte datif ve lokatif sonekler de böyledir. Diğerleri uyum kurallarına uymayan arka sonekler olarak sabitlenmiştir. Dilek-şart eki –sa ve olumsuzluk soneki –ma gibi. Benzer örnekler rastgele
[1] Sally J. Berens, “The phonetics and phonology of Homshestma”, Unpublished dissertation, (Harvard College, 1997), p.4.
[2] G. Kojima, & İ. Avcı Bucaklişi, Laz Grammar, (İstanbul: Chiviyazilari, 2003), p.407.
[3] Bernt Brendemon, The Turkish dialects of Trabzon their phonology and historical development, Vol.1, (Wiesbaden: Harrasowitz Verlag, 2002), p.105.
[4] Bernt Brendemoen, “Turkish dialects”, in L. Johanson and É.Á. Csató (eds.), Turkic Languages, (London and Newyork: Routledge, 1998), pp.238-239.
her yerde bulunabilmektedir.” Öner[1] ve Pehlivan[2] da sırasıyla belirli Trabzon ve Hemşin ağızlarında benzeri bir tek morfemli sonek yapısından söz etmektedir. Benim incelediğim ağızda çoğulluk –ler sonekiyle ifade edilmektedir ve bu sonekin çeşitlemesi yoktur, yani tek morfemlidir. Aşağıdaki tabloda isim çoğullaşmasının bazı örnekleri sunulmaktadır[3]:
[1] Yasemin Öner, “Harheş dialect: a phonological and morphological analysis”, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, (Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1978).
[2] Serkan Pehlivan, “Rize ili Hemşin ağzı”, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, (Ankara: Gazi Üniversitesi, 2002).
[3]Çoğullaştırma morfemiyle ilgili diğer bir fenomen de bir kişinin adının aile, grup ya da cemaatini ifade etmek üzere çoğullaştırılmasıdır. İncelediğim ağızda bu iki şekilde ifade edilmektedir: Şeriballer geldi ya da Şeribal uler geldi İkinci form birincisine gore çok daha yaygındır.
Tablo 7: İsim çoğullaşması örnekleri
Bu tek morfemli çoğul soneki söz konusu ağza özgü değildir ve bazı çevre Türkî ağızlarda da bulunabilmektedir[1]. Johanson[2] Türkçede isimlerin çoğulluk soneki ve fiillerin çoğulluk sonekinin farklı kökenlerden geldiğini kayda değer bir şekilde göstermiştir. Ona göre, Türkçede fiillerin çoğullaştırma soneki, “olmak” fiilinin çoğul haliyle ilişkili olan *erler>iler>ler kaynaklıdır. Örneğin Standart Türkçede insanlár (isim) ve insánlar[3] (fiil) farklı vurgu yapılarına sahiptir. İnsanlár (isim), durumunda -ler soneki tiz tonlanır çünkü isimlerin çoğulluk sonekidir. Öte yandan, insánlar (fiil) durumunda –ler tiz tonlanmaz çünkü aslında önceki sözcükle birleşen ayrı bir sözcüktür. Johanson bu vurgu farklılığını bir köken farklılığı şeklinde yorumlamaktadır. Johanson’un değerlendirmesi dikkate alındığında, incelediğim ağızda isimlerin ve fiillerin çoğulluk sonekleri arasında bu vurgu farklılığının değişik bir ifadesiyle karşılaşılmaktadır
[1]Çeşitli Türkçe ağızlarındaki çoğulluk sonekleri için bkz. Lars Johanson, Pluralsuffixformen im Südwestürkischen, (Mainz: Akademie der Wiss. u. d. Literatur, 1981).
[2] ibid.
[3] Bu örneklerde aksan vurguyu belirtmektedir..
Tablo 8: Fiil çoğullaşması örnekleri
Fiillerin çoğullaşmasında, morfem sonu /r/ bazen keyfi bir şekilde düşürülmekteyken, isimlerin çoğullaştırılmasında böyle bir düşmeye rastlanmamaktadır. Türkçede bu tür düşmeler genellikle vurgu yapısıyla ilişkili olduğundan dolayı, bu özellik Johanson’un belirttiği köken farklılığının açık bir ifadesi olarak kabul edilebilir.
Bazı kaynak kişiler, özellikle de genç olanlar, -lar­ sonekini nadiren de olsa kullanmaktadır. Bu haliyle sadece isimlerin çoğullaştırılmasında kullanılmaktadır. Benim görüşüm bunun söz konusu ağız için üretken olmayan bir yenilik olduğudur.

III. Sonuç

Bu verilerden belirli sonuçlar çıkarmadan önce bir mantık ilkesini hatırlatmak istiyorum. Tekil olgular evrensel önermeleri kanıtlayamazlar ancak destekleyebilirler. Buna karşılık, tekil olgular evrensel önermeleri yanlışlayabilirler. Dolayısıyla Hemşin kültürüne dair genel birtakım varsayımlar ileri sürmeden önce bu olguların neleri yanlışladığını tartışmak daha doğru olacaktır. Yanlışlanan önermelerin ilki Hemşin kültürünün dilbilimsel olarak ikiye bölünmüş olduğudur. Verilerimiz bunun doğru olmadığını göstermektedir. Hemşin’in coğrafi olarak doğu ve batı bölgeleri arasında belirli farklılıklar bulunmakla birlikte bu farklılıklar kanımca katı bir ayrım çizgisinden çok bir kültür içerisinde kabul edilebilir çeşitlemeler olarak görülebilir. Bu anlamda Hemşin kültürü radikal bir şekilde ikiye bölünmüş bir kültür olarak değil, aksine bir bütün olarak düşünülmelidir.
Yanlışlanan ikinci önerme de Hemşin kültürünün bir bütün olarak sadece Türk ya da sadece Ermeni kültürünün bir çeşitlemesi olduğudur. Burada sunulan veriler açıkça göstermektedir ki Hemşin kültürü içerisinde Ermeni kültüründen gelen ve Türk kültüründen gelen bir takım kültürel kodlar bulunmaktadır ve bunlar öylesine geriye dönülemez bir şekilde birleşmiştir ki hala varlıklarını sürdürebilmektedir. Bu etkileşim, sözcük alışverişinin ötesine geçerek bir ağzın ünlü sistemi gibi derin yapılarına sirayet etmiştir. Sözcük dağarcığı düzeyinde bir etkileşim her zaman mümkündür ve güçlü bir kültürel etkileşim anlamına gelmeyebilir. Buna karşın, bir dilin ünlü sisteminin kopyalanması oldukça güçlü bir kültürel ilişkinin ifadesidir. Dolayısıyla elimizdeki veriler Hemşin kültürünün salt Türk kültürünün ya da salt Ermeni kültürünün bir çeşitlemesi olduğu iddiasını yanlışlamaktadır. Bilakis, bu veriler Hemşin kültürünün melez bir kültür olduğunu ispatlamamakla birlikte çok güçlü kanıtlar sunmaktadır.
Benim görüşüme göre yukarda dile getirilen iki iddianın da aynı verilerle yanlışlanması bir tesadüf değildir çünkü bu iddialar birbiriyle derinden ilişkilidir. Melez kültürlerin incelenmesinde sıkça görülen bir hata, bu kültürleri parçalara bölerek kısmi incelemelerden genel sonuçlar çıkarmaktır. Hemşin kültürü örneğinde görülebileceği üzere, araştırmacılar genellikle kendi önyargılarını ya da varsayımlarını destekleyecek bölgeler üzerine odaklanmaktadır. Bunu yaparken de diğer bölgelerden gelen verileri, kültür içerisindeki çeşitlenmeleri ya da kültürün melezleşme sürecinde oluşan yenilikleri göz ardı etmektedir. Örneğin Türkiye’de Hemşin üzerine yapılan çalışmaların büyük ağırlıkla Çamlıhemşin ve Hopa üzerine odaklanmış olmasına rağmen Çayeli ya da İspir’deki Hemşin köyleri konusunda yok denecek kadar az çalışma bulunması bu anlamda bir tesadüf sayılamaz. Ermenistan’daki Hemşin köyleriyse Türkiye’deki araştırmacılar için tamamen meçhuldür.
Her ne kadar daha fazla kanıta ve veriye ihtiyaç duyulsa da, öyle görünüyor ki Hemşin kültürü melez kültür tanımına uymaktadır. En azından elimizde bunu yanlışlayan bir veri henüz yoktur. Ancak, Hemşin kültürünün, Doğu Karadeniz kültürünün bir parçası olarak anlamak için Türk ve Ermeni kültürlerinin yanı sıra Laz, Gürcü ve Pontus Rum kültürleriyle ilişkisinin incelenmesi daha ilginç ve önaçıcı olguların ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Hepinize teşekkür ederim.
------------------------------------------------
[1] Türkiye dışında yaşayan Hemşinliler de vardır. Daha detaylı bilgi için bkz. Vaux, B. “Hemshinli: the forgotten Black Sea Armenians” Journal of Armenian Studies, 6.2: 2001, 47-71. Rusya’da yaşayan Hemşinliler ve Sovyet dönemi boyunca tarihleri için bkz. Hovann Simonian,“The vanished Khemshins”, Journal of Genocide Research, v.4. 3: 2002, pp. 375-385.
[1] Trabzon, Samsun, Ordu, Sakarya, Bolu, İzmit ve İstanbul’da da buralara çeşitli nedenlerden dolayı göç eden Hemşinliler tarafından kurulmuş olan Hemşin köyleri vardır.
[1] Gülsen Balıkçı, “Rize-Pazar/ Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinin etnik yapıları”, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, (Ankara:Ankara Üniversitesi, 1997), p.43, Levon Haçikyan, Hemşin gizemi, (İstanbul: Belge Yayınları, 1996), p.53, Ali Gündüz, Hemşinliler, (Ankara: Ardanuç Kültür Dayanışma Derneği, 2002), p.54, Hovann Simonian, “History and identity among the Hemshin”, ISIM NEWSLETTER, (Leiden: International Institute for the Study of Islam in the Modern World, 2004), p.24, Peter A. Andrews, Türkiyede etnik gruplar, (İstanbul: Ant, 1992), pp.181-182.
[1] Gülsen Balıkçı, “Rize-Pazar/ Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinin etnik yapıları”, Unpublished M.A dissertation, (Ankara:Ankara Üniversitesi, 1997), p.43, Hachikian, H. “Notes on the geography, history, demography, and anthropology of the Hemşinli”, in Hovann Simonian (ed.). The Hemshin: A Handbook, (London: Routledge Curzon, 2005).
[1] ibid, Yusuf Kobal, “Hemşin”, Cennet Rize’nin Sesi, 2: 1991, p.9, Ali Gündüz, Hemşinliler, (Ankara: Ardanuç Kültür Dayanışma Derneği, 2002), p.65, Gülsen Balıkçı, “Rize-Pazar/ Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinin etnik yapıları”, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, (Ankara:Ankara Üniversitesi, 1997), p.43.
[1] ibid., p.43, Peter A. Andrews, Türkiyede etnik gruplar, (İstanbul: Ant, 1992), p.182, Ali Gündüz, Hemşinliler, (Ankara: Ardanuç Kültür Dayanışma Derneği, 2002), p.68, Levon Haçikyan, Hemşin gizemi, (İstanbul: Belge Yayınları, 1996), p. 53.
[1] Homşetsma hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Sally J. Berens, “The phonetics and phonology of Homshestma”, Yayınlanmamış doktora tezi, (Harvard College, 1997) ve Bert Vaux, “Hemshinli: the forgotten Black Sea Armenians”, Journal of Armenian Studies, 6.2: 2001, 47-71.
[1] Ali Gündüz, Hemşinliler, (Ankara: Ardanuç Kültür Dayanışma Derneği, 2002), p.68, Orkun Yaman, “Etniklik ve Hemşin üzerine”, Halkbilimi. 7:1998, p.56.
[1] Levon Haçikyan, Hemşin gizemi, (İstanbul: Belge Yayınları, 1996), p.55, Hovann Simonian, “History and identity among the Hemshin”, ISIM NEWSLETTER, (Leiden: International Institute for the Study of Islam in the Modern World, 2004), p.24.
[1] Ayşenur Kolivar, “Turkish vowel harmony and the dialects of Rize: a case study in Elevit” Yayınlanmamış makale.
[1] Bernt Brendemon, “A note on vowel rounding in the Trabzon dialects”, in A. Sumru Özsoy et al. (eds.), Studies in Turkish linguistics, Proceedings of the Tenth International Conference in Turkish Linguistics, (İstanbul: Boğaziçi University Press, 2003), pp.318-319.
Yasemin Öner, “Harheş dialect: a phonological and morphological analysis”, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, (Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1978), p.16.
[1] Turgut Günay, Rize ili ağızları, (Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 1978), p. 27 “Bunun sonucunda Rize ili ağızlarında diftonglar ve yazı dilinin tesiriyle doğan bazı analojik biçimler dışında ı, ö, ü seslerine rastlamak mümkün değildir.”[1] Bernt Brendemon, “A note on vowel rounding in the Trabzon dialects”, in A. Sumru Özsoy et al. (eds.), Studies in Turkish linguistics, Proceedings of the Tenth International Conference in Turkish Linguistics, (İstanbul: Boğaziçi University Press, 2003), p.318.
[1] ibid., pp.318-319.
[1] Turgut Günay, Rize ili ağızları, (Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 1978), p.31.
[1] Bert Vaux, “Hemshinli: the forgotten Black Sea Armenians”, Journal of Armenian Studies, 6.2: 2001, p.59.
[1] Bert Vaux, “Hemshinli: The Forgotten Black Sea Armenians”, Journal of Armenian Studies, 6.2: 2001, s. 59.
[1] Sally J. Berens, “The phonetics and phonology of Homshestma”, Unpublished dissertation, (Harvard College, 1997), p.4.
[1] G. Kojima, & İ. Avcı Bucaklişi, Laz Grammar, (İstanbul: Chiviyazilari, 2003), p.407.
[1] Bernt Brendemon, The Turkish dialects of Trabzon their phonology and historical development, Vol.1, (Wiesbaden: Harrasowitz Verlag, 2002), p.105.[1] Bernt Brendemoen, “Turkish dialects”, in L. Johanson and É.Á. Csató (eds.), Turkic Languages, (London and Newyork: Routledge, 1998), pp.238-239.
[1] Yasemin Öner, “Harheş dialect: a phonological and morphological analysis”, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, (Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1978).
[1] Serkan Pehlivan, “Rize ili Hemşin ağzı”, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, (Ankara: Gazi Üniversitesi, 2002).
[1]Çoğullaştırma morfemiyle ilgili diğer bir fenomen de bir kişinin adının aile, grup ya da cemaatini ifade etmek üzere çoğullaştırılmasıdır. İncelediğim ağızda bu iki şekilde ifade edilmektedir: Şeriballer geldi ya da Şeribal uler geldi İkinci form birincisine gore çok daha yaygındır.
[1]Çeşitli Türkçe ağızlarındaki çoğulluk sonekleri için bkz. Lars Johanson, Pluralsuffixformen im Südwestürkischen, (Mainz: Akademie der Wiss. u. d. Literatur, 1981).
[1] ibid.[1] Bu örneklerde aksan vurguyu belirtmektedir..

ÇOK KÜLTÜRLÜ HAYATIN, KARDEŞÇE PAYLAŞILDIĞI BİR KENT: HATAY... OKAYALIM, GÜZELLEŞELİM

Antakyalı; sofraya sevdalı!.. Aslında yol arkadaşım bu başlıktan önceki başlığa şiddetle itiraz edince, değiştirmiştim: "Antakyalı'nın Sofrayla İntiharı"... Böyle olumsuz hava yayma demişti... Yazı yeni değil ama gene yol gözüktüğü için şöyle bir değinelim Hatay konusuna dedim... Okuyalım, güzelleşelim...

Dünyanın yerleşik ilk şehirlerinden biri olan Antakya’da çok kültürlülük özel bir önem taşımıyor aslında… Bu kimliği taşıyan kimi metropollerimizde herkes kendi adasında yaşarken, Hatay’da hayatlar iç içe geçmiş durumda. Günlük yaşama alışkanlıklarından köklü geleneklere değin her alanda kardeşçe bir alışveriş var… Sokaktan sofraya, doğumdan ölüme…

Adana Havalimanı’na indiğimizde çok kültürlü bir kente gidiyor olmanın heyecanı bir yan(d)a, bir de İstanbul kozmopolitliğinden farklı nelerle karşılaşacaktık merakı da var… Yol arkadaşım ve ‘rehberim’ Jaklin Güner ile bu duyguyu paylaşıyor olmamıza karşın; her birimizin bir diğerinden farklı beklentileri, görmek ve göstermek istedikleri vardı… Otobana yöneldik ve iki saatlik yolculuğumuza başladık… Hatay şehrine doğru gidiyorduk… Çevremizdeki hiçbir yerleşik yaşam işareti, çok kültürlü bir kente gidiyor olmamız duygusunu beslemiyordu. Zaten beklenemezdi de… Çünkü, çok dinli bir kente gidiyorduk ama asla dini merkezlerin toplandığı bir şehre gitmiyorduk… Dünyanın en eski kentlerinden biri, elbette pagan dönemden bugüne pek çok dinin buyruğu altına girdiği gibi; birbirlerinden aldıkları olumlu yönleri biriktirerek özgürleşmişlerdi de… Bir zamanlar tatsız bir yaftalanmayla medyatik olan Soğukoluk tepelerinin eteklerindeydik… Tatlı ve küçük, simit formundaki ‘kahke’ unlusuyla tanıştık. Tabii Arapça nidalarla da... Taze peynirleri torbaladık ve bi’miktar da yörenin üzümünden alıp yola revan olduk… Belen’den döne kıvrıla uzaklaşırken gözlerimiz çevreyi ve öykülerini izliyordu… Kapatılan kızların, yakalanan kızların, kurtulan kızların hikayesini dinlerken dikkatimiz Soğukoluk tepelerindeydi. Ulaşılmaz noktalardaki bümbüyük evlerde dönen acınası hayatları düşünürken İskenderun’u da geçiverdik… Aslında aradığımız izler ve yoğunluklu hayat buralarda(n) başlıyordu… Bir cemaat olarak hâlâ var olan Museviler, bu kentte geçmiş bir hayatın izleğini sürmeye çalışıyordu. Bi’kaç Yahudi aileyi geçmeyen Antakya nüfusu içinde ise yok, yoktu doğrusu. Arap Ortodoksları, Arap Alevileri, Ermeniler, Sünni Araplar, Sünni Türkler…

Humusçu Corç… Ya da İbrahim Usta’nın Yeri…
Kentin dışından merkezine doğru ilerliyoruz… Ara sokaklar, caddemsi yollar, dapdaracık sokakların içini göstermeyen darlıkları arasında göz gezdiriyoruz… Otelimiz iki katlı, küçük ama muhteşem eski bir yapı. Fransızlar zamanından kalma Adliye binası… Çok güzel restore edilmiş… Otel, aslında 1967 yılına değin Adliye binası olarak da kullanılmış… İhtiyaca binaen çıkılınca yeni form gündeme gelmiş… Binanın tam karşısında bir dostumuzun dükkanı var: Humus ve bakla-full- satıyor. Aslında fava da denilebilir ama biraz daha gevşek… Adı Corç (aynen okunduğu gibi de yazılıyor) ama kendine İbrahim de diyor. Takma isim ya da metropol azınlıklarının konu olmamak için aldıkları isimlerden değilmiş… Arap kültürü içindeki isimlerin hepsini resmen ve hatta tek ad olarak kullanıyorlar: Mariya da var Hülya da… Mişel de var Sami de… Jaklin, Arap Ortodoks (yani Antakyalı) ama ben de çevreye uyum sorunu yaşamıyorum... “Adnan bey!…” Tanrının adını taşıyan her isme her dinde rastlamak olası bu kentte…
Ustadan biraz kendi hikayesini birazcık da yiyeceklerini anlatmasını istiyoruz. “Bata çıka yaşıyoruz ne olacak” diyor. “Konfeksiyoncu gibi bir şeydim. İflas ettim. Suriye’ye gidip aşçılık öğrendim. Döndüm, dükkanımı açtım. 20 yıla yakın bir süredir humusçuyum”… Güleç yüzünde, acaba yaptıklarımı severler mi duygusu güçlü. Bakır bakracının uzun ağzından içeri kepçesini daldırıyor ve baklanın pelte kıvamındaki ilk lokmalarımızı çekiyor. Baklaları soyup, haşlayıp, geceden bakraca koyup; hamamın sönümlenen külüne yerleştirdiğini ve sabahın köründe gidip demlenen yemeği geri aldığını da dinliyoruz… Tahin katılmış bakla ezmesinin içine, limon suyuna ezilmiş sarımsak da ekleniyor. İlk lokmamızın ilk çiğneminden bir tat alamıyoruz. Kendini tamamen kilitlemiş durumda… Ama, lokmayı bi’kaç kez çiğneyip de ağız içinde gezdirince lezzet çoğalıyor, zenginleşiyor… Humus da hazırlanıyor ve masaya konuyor… Bölgenin ‘yetinmeci edalı’ havası bizi de sarıyor ve (şimdilik) sadece fotoğraflıyoruz… “İş, iştir” diyor, Corç. Alınmıyor. Biliyor ki, iki gün içinde sekiz sofraya oturacağız ve edep adap evler ötesi olacak… Genişçe gülümsüyor: “Kolay gelsin bakalım. Ehlen vesselen!”… Uzaklaşıyoruz…

Ağlayan ‘ikon’ ve ağlanan kapı…
‘Bir Meryem Mucizesi”… Corç’un ‘Bakla-full- ve Humusçu’ dükkanından çıkıp. bu kez kuzeni İlyas’ın evine doğru yöneliyoruz… Önemli bulunan bir olayın, dünya çapındaki ‘dinsel bir fenomen’in peşindeyiz… Dükkanı için turşu ve reçel imalatını da meskeninde yapan İlyas’ın evindeki Meryem Ana İkono’nunda (yani resminde) bundan 27 yıl önce iki damla gözyaşı belirmiş(miş)… Dedesinin de çocukluğunu ve gençliğini yaşadığı 130 yıllık eve giriyoruz; geleneksel eski Antakya evlerinde olduğu gibi ‘bir kapı – bir eşik’ sonrasında kendimizi küçülmüş bir avluda buluyoruz… İlyas, ‘mucize’ sonrasından beridir avluya bir büyücek oda daha eklemiş ve başta Suriye olmak üzere Arap dünyasından gelen Hıristiyan konuklarını ağırlıyor… Gelen herkes mutlaka evin ocağında pişmiş kahveyi yudumluyor. Adetten… Para falan da alınmıyor. Para alınmayan bir diğer yan da ziyaretçilerin bıraktıkları üzerinden… Dilek tutanlar da ya da derman bekleyenlerin bıraktıkları olduğu gibi Antakya Ortodoks Kiliseye’ye hibe ediliyor… Öyküye gelince, gerçekten ilginç ve ürpertici… 27 yıl önce resmin üzerinde bir sıvı beliriyor… Siliniyor ama gene ikondaki Meryem Ana’nın gözlerinden yaşlar geliyor… Olay, duyuluyor. Ziyaretçi akınına uğranıyor… Tabii Vilayet, emniyet derken müftü devreye giriyor ve üç kez silip temizlediği cam üzerinde sıvı/lekeler sürgit devam edince, ellerini kaldırıyor ve “Tövbe yarabbim, bu mucize” cümlesini üç kere söylüyor ve olay hâlâ devam ediyor… Müftü ertesinde resmi makamlar akın ediyor, duvarın ardı, beri sökülüyor ama yeniden yapıldığında yaşlanma devam ediyor… Biz de ayrılırken, pamuğa bandırılmış bir küçük poşet aldık… Ben, benimkini inanan birine vereceğim…

Yemek ikramı mı, peki buyuralım…
Hatay’a konuk geldinizse, lamı cimi yok günde beş sofrayı evet diyeceksiniz… Yemek yemek burada bir tür ayin… Hazırlayanlar bir biçimde –ya da her koşulda- hazırlıyor; çünkü, hazırlık süreci uzun ve zahmetli… Hepsine, emeklerine teşekkür. Ama birlikte sofraya oturmak ve kadeh kaldırmak da hep beraber yapılıyor; herkesin elleri ve yürekleri havalanıyor… Mutlak birlik var bu rutinde… İki lokma ve bir kadeh… Rutinin sürekli temposu da bu! Gelsin yağlılar, baharatlılar, acılı etler… Harman olmuş bir mutfak silsilesinin kendi lezzetlerini de koruyan özel halleri. Özel ve güzel halleri. Ama bunun sonu yok! Var da kimsenin dili söylemeye varmıyor. Bunca lezzetin getirdikleri şeker ve kolestrol. Yani, erken ölüm… Ama, hiçbir Hataylı’yı diyete sokamazsınız; o zaman Antakya insanı sayılmayacağını düşünürler… Bizler de sofradan sofraya konduk ve lokmaları usul adap bakmadan midemize indirdik… Her yemeğin bir öyküsü var… Öyle metaforik bir tanım olarak yazmıyorum, her yemeğin mutlaka özel ve özenilen bir öyküsü var… “Şöyle terbiye edilir; böyle bekletilir; sonra şu ve şu eklenerek bir de bunları katacaksınız ki, yemeye hazır hale getirebilesiniz”… Bir de zamanında yapılması gereken yiyecekler var… Oruk Kebap… Öyle, hadi akşama oruk yiyeyim deyince, olmuyor. Niyetinizin sahiciliği hiç sorgulanmıyor, oruk yenir! Ama, kolay yapılmaz… Herkesin anılarında bir yerlerde var: “Aaah! Şöyle güzel olurdu, şöyle başımız dönerdi!" diye… Bize de ortalama bir yemek tabağı büyüklüğünde; parmak kalınlığında bir yatay köfte düşünün, o geldi. Neyse ki, istediğiniz kadar veriyorlar. Çünkü gerisini kendileri yiyecekler… Çevreyle helalleşip, ilk lokmayı atıyoruz ağzımıza. Dil ve damak arasında küçük bir dolaşıma giren lokmacık, dişler arasında hakkın rahmetine kavuşuyor… Dahası Antakya’da…

KUTU… KUTU… KUTU…

St. Pierre Kilisesi
Kentin kuzeydoğusunda. Reyhanlı çıkışının yakınında bulunan bu mağara-kilise, Antakya’da Hıristiyanlığın yayılma döneminden kalan tek yapıdır. Stauris (Hac) Dağı’nın eteğinde, eni 9.5 m, derinliği 13 m., yüksekliği 7 m. Olan bu mağarada, St. Paul. St. Pierre ve Barnabas ilk Hıristiyan cemaat ile toplanıp onlara vaaz vermişlerdir.
Döşemesinde. V. Yüzyıla ait mozaik parçaları ile sunağın sağındaki duvarda bir zamanlar duvarı tümü ile kaplayan fresklerden kalan izler bulunmaktadır. Sunağın sol tarafında kilisenin içine açılan tünel, bir baskın sırasında cemaatin dağa kaçarak gizlenmesine yarıyordu.
Haçlılar döneminde öne doğru birkaç metre daha uzatılan kilise, iki kemerle ön cepheye bağlandı. Doğulu bir ifade taşıyan ve yerel malzeme ile yapılmış olan ön cephe, 1863 yılında Papa IX. Pius’un isteği ile Kapuçin rahipleri tarafından restore edilmiş, bu faaliyete III. Napolyon da yardımda bulunmuştur.
Eskiden bir cephesinin bir revak ile korunduğu sol taraftaki izlerden anlaşılmaktadır. Öndeki bahçe birkaç yüzyıl mezarlık olarak kullanılmıştır. Kilisenin içinde, sunağın çevresinde de mezarlar bulunmaktadır. Dünyanın ilk katedrali kabul edilen ve 1963 yılında Papa IV. Paul tarafından Hıristiyanlar için Hac yeri olarak ilan edilen bu mağaracıkta, özellikle her yıl 29 Haziran günü, civardan ve uzak illerden gelen din adamları ve kalabalık bir cemaatin katıldığı ayin yapılır. Her yıl yapılan bu törenlere Vatikan’dan temsilci katılmaktadır.
FAZLASI; Avrupa ve diğer ülkelerden gelen yabancılar tarihi ve kültürel yerlere yoğun bir ilgi göstermekte, tarihi kalıntıları ve ören yerlerini gezmektedirler. Hatay Arkeoloji Müzesi ve St. Pierre Kilisesi yabancıların en çok ilgi gösterdikleri yerdir. Bunun dışında Çevlik’teki Seleukeia Pierria (Çevlik) ören yeri, Vespasianus - Titus Tüneli ve Beşikli Mağara, Habib-i Neccar Camii, St.Simeon Manastırı, Aççana ören yeri en çok ziyaret edilen yerler.

ŞİİR HAYATTIR! HAYATI ANLATAN BİR ŞİİR İSE...

EY HAYAT

ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
aslında yokum ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın…

yaşam bir ıstaka
gelir vurur ömrünün coşkusuna
hani tutulur dilin
konuşamazsın!

tırmandıkça yücelir dağlar
sen mağlupsun sen ıssız
ve kalbinde kuşların gömütlüğü
tutunamazsın…

eloğlu sevdalardan dem tutar
aşk büyütür yıldızlardan
yasak senin düşlerin
dokunamazsın...

birini sevmişsindir geçen yıllarda
açık bir yara gibidir hâlâ
hâlâ ne çok özlersin onu
ağlayamazsın...

yolunda köprüler çürür
sesin, sessizlik sanki bir uğultuda
savurur hayat kül eyler seni
doğrulamazsın!

yapayalnız bir ünlemsin
dünyayı ıslatan şu yağmurlarda
herşey çeker ve iter
anlatamazsın...

yaşam bir ıstaka
gelir vurur işte ömrünün coşkusuna
sesinde çığlıklar boğulur ama
bağıramazsın…

sonra vakt erişir, toprak gülümser sana
upuzun bir ömrün ortasında
ne hayata ne ölüme
yakışamazsın!

yazdırmalısın mezar taşına:
ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
aslında hiç olmadım ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın…

Yılmaz ODABAŞI

GAZETECİLER CEMİYETİNDEN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİYLE İLGİLİ YARIŞMA... ÖDÜL FALAN DA VAR(MIŞ)...

Küresel ısınma felaketi çok yakın bir gelecekte hayatımızın her saniyesini çok ciddi biçimde etkileyecek… Önlem almakta geciktik… Dünyaca el birliğiyle bir dizi önlem de alsak; dünyanın ömrü hayatında 4 kez yaşadığı küresel ısınma-buzul çağı devri geliyor… Elbette önlem, önlemdir… Bireysel olarak yapabileceklerimiz felaketi ancak bi’miktar daha öteleyecektir… Kullandığımız her türden enerji kaynağı olabildiğince tasarruflu kullanmalıyız… Unutmamalıyız ki, fazladan tükettiğimiz her su damlası için bir önceki maliyetten daha fazlasını harcayarak daha az su elde edebileceğiz… Fazladan çiçek ve bahçe sulamanın bitkiye zararı kadar bizlere de zararı olacağını bile hesap ederek yaşayacağız artık… Dişlerimizi fırçalarken suyu kapatmamayı; çıktığımız odaların lambalarını yanık bırakmayı ve muhtemelen her hafta arabaları yıkamayı unutacağız artık… Çünkü sularımız azalıyor; temiz içme suyumuz bu gidişle 20 yıl içinde 20 milyar metre küpten 0 litreye inecek… Yüksek maliyet ve yüksek teknolojiyle su üretmeye çalışacağız… Dereler kuruyor, yer altı kaynakları çekiliyor, buzlalardan kopan büyük buz parçaları giderek eriyor ve bu gidişin sonu kötü. Çok kötü… Dahası için Google'a 'Ömer Madra Yazıları' diye, yazın. Hayatınız kararsın!!! Geri dönüşümü olmayan bir noktada olduğumuz vurgulayan Madra'nın yazılarına hemen bakın diyorum...
CEMİYET'İN YARIŞMASI HAKKINDA...
Değerli arkadaşlar… Felaket senaryosunun bütün sahnelerini yazacağız… Kolay önlemleri yazacağız. Bugüne nasıl geldik, yazacağız… Bütün bunlar uygun araçlarla; bütün halkımıza iletilmeli. Bez pankartlar, küçük broşürlerle muhtarlıklar ve okullarımız üzerinden her bireye ulaşılmalı… Durum budur…Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), global dünyanın acil öncelikleri arasında yer alan çevre ve küresel ısınma sorununun, kamuoyunun desteğini alarak çözümüne katkı sağlamak amacıyla 7 Mayıs 2009 tarihinde II. Küresel Isınma Kurultayı'nı gerçekleştiriyor. TGC Cağaloğlu merkezindeki Burhan Felek Konferans Salonu'nda düzenlenecek olan ve Tesco Kipa tarafından desteklenen Küresel Isınma Kurultayı kapsamında bu yıl ilk defa Yazı Yarışması (deneme, makale, eleştiri, gezi, anı, biyografi, mektup, kompozisyon v.b) düzenleniyor. Dereceye girenlere değişik ödüllerin verileceği yazı yarışmasına ilişkin ayrıntılı bilgiye TGC'nin internet sitesinde ulaşılabilir. Ekte sunulan yarışma afişinin geniş kesimlere duyurulmasına katkı vermenizi bekler, yarışmaya destekleriniz için şimdiden teşekkür ederiz. Saygılarımızla.
Celal TOPRAK
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri
Bilgi için Esra Eren; 0212 513 83 00-118, http://www.tgc.org.tr/

SEÇİMLER İÇİN ORTAK ADAYLAR BELİRLENİYOR

Yerel seçimlere ortak adaylarla katılma kararı alan 22 siyasi parti ve çevre bir araya gelerek 'Biz de Varız Platformu'nu oluşturmustu. Bu çercevede yerellerde platformlar oluşturularak ortak adaylar çıkarıldı. Adaylardan bazıları bağımsız, bazıları ortak belirlenen bir parti çatısı altında seçime girecek. Bazı yerlerde ise partiler kendi adaylarıyla yarışacak. İl Genel Meclisi seçimlerine ise ÖDP, DTP ve EMEP kendi adlarıyla katılacak... Yerel seçimlerde, neo-liberal ve muhafazakâr AKP ile Ergenekon'un avukatı statükocu CHP dışında başka bir seçeneğin mümkün olduğunu göstermek önemli... Solun ve toplumsal muhalefetin farklı kesimlerinin birlikte iş yapma, ortaklaşma kültürünün geliştirilmesi kazanımımız olacak...
Seçimlere Solun Ortak Adayları ile girilen seçim bölgelerinden birkaçı hakkında bazı bilgiler aşağıda…
İSTANUL “Biz de Varız” İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı AKIN BIRDAL için mail grubu kuruldu (Secime DTP catisindan girilecek)...
Aşağıdaki linke tıklayarak üye olabilirsiniz:
http://groups.google.com/group/akinbirdal/
KADIKOY Kadıköy’de Ortak Bağımsız Adayımız Nursel Sengür seçim çalışmalarını takip etmek ve destek olmak için kurulan web sitesi (meclis üyeliklerinde DTP çatısı söz konusu):
http://www.nurselsengur.com/ mail grubuna üye olmak için burayı tıklayabilirsiniz:
http://groups.google.com.tr/group/kadikoy_birlikte_basarabiliriz_platformu/subscribe
IZMIR Solun Ortak Bağımsız Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Av. Arif Ali Cangı
http://www.izmirbirliktebasarabiliriz.org/Default.aspx
BURSA Ortak Bağımsız Büyükşehir Belediye Başkan Adayımız İkbal Polat
http://www.ikbalpolat.com/ http://birliktebasarabiliriz.org/
AKHISAR Bağımsız Ortak Adayımız Mehmet Akif Aksezgin (Seçime Meclis üyeliklerinde EMEP çatısından girilecek)
http://www.halklabirlikte.net/
ÇAMLIHEMSIN Mahalleler Birliği Bağımsız Belediye Başkan Adayı İdris Lütfi Melek
http://www.vicedibi.org/
AYVALIK Solun Ortak Adayı Ahmet Köken (Seçime ÖDP çatısından girilecek)
http://www.papalina.biz/

Aralık 2008'de açıklanan BİZ VARIZ! deklerasyonu:
29 Mart 2009 yerel seçimlerine Türkiye kriz ortamında giriyor. Kapitalizmin merkezi ABD'de başlayan kriz, dünya çapında yayılıyor. Krizin kaynağı halk kitlelerini yoksullaştıran, neo-liberal politikaları uygulayan aşırı kâr hırsına dayanan kapitalizmdir. Yıllardır IMF'ye bağlı politikaları uygulayan Türkiye ekonomik krizden en çok etkilenecek ülkelerdendir. Krizin etkileri şimdiden işten atmalar, düşük ücretler ve artan zamlarla görülmektedir. Uluslararası sermayenin politikalarını baştan beri köklü bir biçimde uygulayan AKP hükümeti bu krizin sorumluluğuna ortaktır. AKP hükümeti bu krizin yükünü emekçilere, geniş halk kesimlerine yıkmayı amaçlamaktadır. Mevcut kriz ortamında egemen güçler ve sınıflar kendi çıkarları etrafında emekçileri saflaştırmaya ve yedeklemeye çalışıyor. Bu güçler arasında bugüne kadar uygulanan sömürü politikalarını sürdürme konusunda ciddi bir farklılık bulunmuyor. Kürt sorununu baskı ve şiddet polıtikaları çerçevesinde 'çözme' konusunda da bir farklılık görünmüyor. Ve yine emperyalizmin politikalarına bağımlılık konusunda da bir farklılık görünmüyor. Fark sömürüden elde edilen servetin nasıl paylaşılacağında ve Türkiye'nin bölgede emperyalizm politikalarına bağımlı olarak oynayacağı rolün kimin tarafından yürütüleceğinde ortaya çıkıyor. Egemen güçler 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde bugüne kadar uyguladıkları krizi yaratan sömürü politikalarına, piyasacı politikalarına bir kez daha onay istiyor. Yine egemen güçler Kürt sorununda devlet olanaklarını da harekete geçirerek AKP eli ile DTP’ye yönelik saldırı politikalarını artırarak DTP’nin yönettiği yerel yönetimleri ele geçirmeyi hedefliyor. Egemen güçlerin, AKP, CHP ve diğer düzen partilerinin karşısında eşitlikçi-özgürlükçü, halktan yana bir seçeneği ortaya çıkarmak bu yerel seçimlerin temel bir görevi olarak önümüzde duruyor. İşte bunun icin emperyalizme, kapitalizme ve bunların ürettiği gericiliğe karşı çıkan, askeri vesayeti milliyetçi-ırkçı, ayrımcı ve cinsiyetci politikaları reddeden, ekolojik dengeyi savunan, Kürt sorununun demokratik çözümünü isteyen, Alevi yurttaşların inanç özgürlüğü ve eşitlik taleplerine sahip çıkan emekten, eşitlikten, üzgürlükten yana güçler olarak 29 Mart 2009 yerel seçimleri icin bir araya geliyoruz. Yerel yonetimlerin halk yararına tüm unsurlarını tasfiye eden, böylece halk yararına kurumlar olmaktan çıkarıip piyasa kurumları haline dönüştüren ve halkın temel kamusal haklarını gasp eden neo-liberal politikalara karşı halkın hakların kazanma hedefiyle çabalarımızı ortaklaştırıyoruz. Mümkün olan her il, ilçe, belde ve mahallede emekçilerin demokrasi anlayışına uygun olarak en geniş emek ve toplumsal muhalefet dinamiklerini kapsayan, oluşturduğumuz ve oluşturacağımız yerel platformlarda, halkın çıkarlarını temel alan programlar çerçevesinde ortak adaylarımızı halkın katılımını içeren demokratik yöntemlerle belirleyerek emekçilerin ve ezilenlerin alternatifini yaratmaya calisacagiz. Düzen güçleri tarafindan DTP'ye yönelen milliyetçi-ırkçı ve gerici saldırılara karşı duracağız. Halkın karar süreçlerinde örgütlü bir biçimde yer alarak söz, yetki, karar sahibi olduğu demokratik ve katılımci bir yerel yönetim anlayışını savunacağız. Yerel yönetimlere emekcçlerin ihtiyaçları doğrultusunda merkezi bütçeden kaynak aktarılmasını ve yerel hizmetleri piyasalaştıran, taşeronlaştıran, özelleştiren, parası olanın hizmet alacağı yerel yönetim anlayışına son verecek kamucu-sosyal bir yerel yonetim anlayışıı savunacağız.

Ufuk Uras'ın çalışma ve açıklamalarından haberdar olmak isteyenleri Ufuk Uras e-posta grubuna bekliyoruz. Üye olmak isteyenlerin mailini ufukmoderator@yahoo.com adresine iletmeniz yeterli.

DUKE ELLİNGTON, ÇEYREK DOLARA BASILDI...


Afrika kökenli ABD'li bir siyahinin fotoğrafı ilk kez olarak 'lanet olası' doların üzerine kondu. Çeyreklik diye tabir edilen parada artık efsanevi cazcı Duke Ellington var... Siyaset batağında debelenirken ruhuma iyi gelen caz parçaları dinliyorum bu sabah. İyisi mi bu haberle birlikte siz de dinleyiverin.

Edward Kennedy "Duke" Ellington (29 Nisan 1899 - 24 Mayıs 1974) A.B.D.'li caz bestecisi, piyanist ve caz orkestrası şefi. "Duke" olarak bilinir. Yaptığı müziğin tarzını cazdan çok "Amerikan Müziği" olarak adlandırdı.Birçokları onu 20.yüzyılda A.B.D. caz sahnesinden geçen en önemli figür olarak anar. Ellington ise yaptığını basitçe "müzik" olarak tanımlamaktaydı; caz kelimesi onun için bu anlamda çok dardır. Gerçekten de Ellington, eserlerini basitçe sınırlandırmaya kalkanların elinden her zaman kayıp gitmiştir.Johnny Hodges, Cootie Williams, Bubber Miley, Joe "Tricky Sam" Nanton, Barney Bigard, Ben Webster, Harry Carney, Sonny Greer, Otto Hardwick ve Clark Terry gibi birçok isim orkestrasında yer aldı. Bu isimlerin çoğu onunla 10 yılı aşkın sürelerle beraber çalışmıştır. Bestelerinin bazılarını bu müzisyenlerin tarzlarına ve yeteneklerine göre yazdı. İkinci dünya savaşı öncesinde orkestrasıyla A.B.D. ve Avrupa'da birçok turneye çıkmıştır.
Duke_ELLINGTON.JPG 29 Nisan 1899'da Washington'da dünyaya geldi. Altı yaşından itibaren piyano ve resim dersleri almaya başladı. Takma adı olan "Duke"'ü, gençlik çağlarındayken bir arkadaşından aldı. 1914 yılında Lester Dishman ile birlikte çalıştığı sıralarda ilk kompozisyonu "Soda Fountain Rag"'i yazdı. 1917 yılında yaptığı bir poster dizaynı ile kazandığı yarışmanın ardından, kendi işini kurmak için okulundan ayrıldı. Bir yıl sonra Brooklyn'deki Pratt Institude'dan kazandığı burs ile kendini müziğe adamaya karar verdi. Washington'da müzisyen olarak katıldığı partilerle ve birlikte çaldığı gruplarla adını duyurmaya başlayan Ellington, 1923 yılında arkadaşları Sonny Greer ve Otto Hardwick ile New York'a taşınarak "The Washingtonians" adıyla çalışmaya başladı. 1924 yılında bu grup ile birlikte ilk kayıtlarını gerçekleştirdi ve Broadway'deki içkili mekanlarda sahne almaya başladı. 1925 yılında yazdığı "Chocolate Kiddies" revüsü, Almanaya'da iki yıl boyunca sahnelendi. Bu yıllarda Duke Ellington ismi, ABD, İngiltere ve Fransa'da uluslararası üne sahip bir caz müzisyeni olarak anılmaya başlandı. 1930 yılında grubu ile beraber "Check and Double Check" filminde boy gösterdi. 1933 yılında grubu ile beraber Avrupa turnesi yapmaya başladı. Duke Ellington'ın kariyeri, sonraki kırk yıl boyunca aynı yüksek tempodaki turnelerele devam etti. 1930 ve 1942 yılları arasında kariyerinin en üretken dönemini yaşayan Ellington, bu dönemde en kalıcı çalışmaları olan "Mood İndigo", "Sophisticated Lady", "In a Sentimental Mood" ve "Don't Get Around Much Anymore" gibi eserlerini yazdı. 1950li yılların başında, grubunu hala birarada tutabildiği için, dönemin caz orkestrası liderleri arasında kendine ayrıcalıklı bir yer edindi. 1959 yılında yaptığı film müziği "Anatomy of a Murder", siyahi bir Amerikalıya ısmarlanan ilk büyük Hollywood filmi müziği oldu. 1965 yılında Pulitzer Ödülü'ne aday gösterildi. 1966 yılında Grammy Yaşam Boyu Başarı Ödülü kazandı. 1971 yılında Stockholm'deki "Royal Academy of Music"'e alınan ilk caz müzisyeni oldu. 1973 yılında otobiyografi çalışması "Music is My Mistress" yayınlandı. 24 Mayıs 1974'te, yakalandığı akciğer kanseri yüzünden hayatını kaybetmesinden birkaç hafta öncesine kadar, yıllar önce kurduğu grubu ile çalışmalarında devam eden Ellington, ölümünden sonra da grubun devam etmesi için oğlu Mercer Ellington'ı görevlendirdi...
Binlerce videonun bulunduğu bir siteden de faydalanarak, canlı canlı dinleyin... Mutlaka iyi gelecek...