2 Temmuz 2009 Perşembe

İSTİKLAL, AZADİ, HÜKÜMETE MERDOMİ...


Mücadele yürüten İran halkına destek için İran Konsolosluğu önünde toplandık. 20 kişi biz, aynı sayıda gazeteci ve yüzün üzerinde polisle birlikte güneşin altında bekleşip durduk. Açıklamamız okundu. Konsolosluk önüde muhalefeti simgeleyen yeşil kurdelalar astık... Serince bir yerde oturup çay-kahve içtik ve ahval üzerine sohbet ettik... Müthişiz yani...

UFUK URAS'UN HAZİRAN ÇALIŞMA RAPORU

Haziran Ayi Faaliyet Raporum:

1.6: Deri-Is Sendikasi Baskani ve yonetimi ile gorusme. Tarik Ziya Ekinci ve Nihat Sargin ile gorusme. Petrol-Is Baskani ve yonetim ile gorusme.

2.6: Turnusol’a yazi. Munise Aren ile gorusme.

4.6: Egitim-Sen Genel Baskani Zubeyde Kilic ve beraberindeki heyet ziyaret etti. Bandirma korfezindeki kirlenme nedeniyle, Cevre Bakanina Cevre gunu dolayisiyla sozlu soru sordum. Cevre Komisyonu Baskani Haluk Ozdalga ile gorustum.

5.6: Besiktas Mahkemesi’nde Cocuk tutuklularin davasina katildik. Basin aciklamasi yapildi. Emekli-Sen’e Taksim’de ziyaret. Sendikaya uye oldum. Ahmet Turk ve DTP heyetiyle gorusme.

6.6: Adana’da basin toplantisi. Adana Egitim-Sen’i ziyaret, yuruyus ve basin aciklamasi. “Birlikte Basarabiliriz” toplantisi. Adana TV’de program.

7.6: SHP Kongresine katildik. Findikli Dereleri Platformu paneline katildik. Mehmet Bekaroglu ile sohbet.

9.6: Dev-Lis’liler ziyarete geldi. Universite sinavlari ustune birlikte basin aciklamasi yaptik. Venezuella Buyukelciliginde resepsiyon.

10.6: Nufus ve Kalkinma Grubu’na katildim. Nufus ve Surdurulebilir Ekonomik Kalkinma Grubu Baskanligi’ni ustlendim. Kamusal alanda dumansiz hava toplantisina katildim. Meclis Baskani plaket verdi. Mithat Sancar ve Sezgin Tanrikulu ile sohbet.

11.6: Istanbul Dishekimleri Odasi Baskani ve yonetim Kurulunun ziyareti.

12.6: Birlesik Metal Is Baskani ve yonetim kurulu ile gorusme. Sodev yemegine katildim.

15.6: Tekstil-Is Baskani ziyarete geldi. SKY-Turk’de program.

16.6: Kanal A haber programi. ATV- Sabah grevcileri ziyaret etti. Grev onlugu hediye ettiler. Turan Eser ve Turgut Oker ziyaret ettiler.

17.6: Mecliste basin toplantisiyla istifamizi ve ozgurlukcu sol hareketin deklerasyonunu arkadaslarimizla birlikte ilan ettik. TV 24, TNT, TRT ve Haber-Turk gorus aldi. Partiye ve Meclis Baskanligi’na istifa dilekcelerimi yolladim. Bianet soylesi yapti. Mulkiyelilerde toplandik.

18.6: 15-16 Haziranla ilgili gundem disi konusma yaptim. Cem Tv ile gorusme. Ispanya Bask Partisi yoneticileri ziyaret etti. TRT, NATO uzerine cekim yapti. Newsweek gorus aldi.

19.6: Star gorusme yapti. Disisleri Bakani Ahmet Davutoglu ile havaalaninda gorusme. Venezuela Buyuk Elcisiyle Amsterdam’daki Bolivarci devrim ile dayanisma toplantisina katildik.

21.6: Parlamentolararasi Venezuela Dostluk Grup Baskanvekili olarak kapanis konusmasi yaptim. Hollanda’daki devrimcilerin piknigine katildim. Pandora dergisi soylesisi yayinlandi.

22.6: Cumhurbaskani danismani ile Chavez’in Turkiye’ye davet isini gorustum.

23.6: Cankaya Dergisi ile gorusme. Fransiz Buyukelciligi’ndeki resepsiyonda gazetecilerle sohbet.

24.6: Danistay’da Efemcukuru koylulerinin altin madeni sirketine karsi actiklari davaya katildik. Mecliste basin aciklamasi. Haberturk’le canli yayin. Aksam roportaj yapti. Meclis calisanlari ile donem sonu yemegi.

25.6: Nufus ve Kalkinma Grubu toplantisi. Danismanimin raportor olmasina karar verildi. Yargitay’da Dev-Yol davasina katildik. Basin gorus aldi. “Devrimci Yol’un soylendigi gibi salt bir dergi cevresi olmayip, siyasi bir devrimci halk hareketi oldugunu ve bu devrimci degerlerin gunumuze de isik tuttugunu” televizyonlara ifade ettik. 32. Gun programinda asker-siyaset iliskisi tartisildi.

26.6: Besiktas’da, aralarinda Tekstil- Is Baskani’nin da bulundugu Esp davasina katildim. Nedim Sener’in Hrant’in kitabi ile ilgili acilan davasina katildik. Tumtis Baskani ve yonetim kurulu ile gorusme.

27.6: Koordinasyon toplantisi. Divrigi Dergisi ile soylesi.

28.6: Divrigi pilav gununde konusma. TTB Baskani Gencay Gursoy ve Disk Baskani Suleyman Celebi ile sohbet. Alper Tas’a basarilar diledim.

29.6: Yeni Harman ile soylesi. Hava-Is Sendikasi’nin yayinlarinin Meclise girisinin engellenmesi ustune soru onergesi verdik.

30.6: Gunduz Vassaf hak ihlalleri ve magduriyetleri uzerine bir uluslararasi toplanti onerdi. Haber-Turk’de Balcicek Pamir’in konugu oldum. Kamudaki engellilerle ilgili kadro kullanimi konusunda soru onergemize Bakandan yanit geldi. Meger 41 bin kadro bos duruyormus.

HASANKEYF'İN KEYFİ İYİCE KAÇMIŞ DURUMDA


Hasankeyif'te işler iyice çarbo... Bu ayın sonunda ise pandomima kopuyor... Bu konuyu geçen ay STGM danışmanları olarka Diyarbakır'da yaptığımız bir toplantıda ele aldık. Batman üzerinden ilçeye gittik. Dicle kıyısında sofra kurduk ve gene bu konuyu konuştuk... Aşağıda konuya ilişkin Radikal'de çıkan haber var. İlginizi çekecektir...
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Hasankeyf'e Ilısu Barajı'nın yapılması konusunda kararlı. Eroğlu, 'uluslararası kredi desteği sağlanamasa bile' barajın yapımının durmayacağını, bu durumda öz kaynaklarla inşaatın bitirileceğini söyledi

SERKAN OCAK

“Yeni Hasankeyf’in temelleri 30 Temmuz’da atılacak. ‘Tarihi korumaya çalışanlar’ bugüne kadar ne yaptı, bir yeri mi tamir etti? Beş kuruş faydası yok bu insanların. Laf laf laf...” diye eleştiren Eroğlu, Hasankeyf’in kurtulması için imza veren Orhan Gencebay, Tarkan ve Orhan Pamuk’u ise eleştirilerin dışında bıraktı: “Onlar iyi niyetli.”
Tarihi Hasankeyf’i sular altında bırakacağı gerekçesiyle yıllardır tartışma konusu olan ‘Ilısu Barajı’ için Avusturya, Almanya ve İsviçre’deki üç kredi kuruluşu kredi sağlayacaktı. Ancak bu üç ülke, kredi için Türkiye’nin önüne 153 kriter koymuş (biyolojik çeşitlilik araştırması, tarihi eserlerin planını çıkarılması, barajdan etkilenecek insanlarla istimlak koşulları konusunda anlaşma gibi...) ve Aralık 2008’e kadar da tarih vermişti. Aralık 2008 geldiğinde ‘kriterlerin yerine getirilmediği’ belirtilerek kredi askıya alındı. Türkiye’ye ek süre verildi. Ek süre 6 Temmuz’da doluyor. Ek sürenin dolmasına kısa süre kala hükümetin Ilısu konusunda atağa geçtiği anlaşıldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında 10 Haziran Çarşamba yapılan toplantıda, Hasankeyflilerin taşınacağı ‘Yeni Hasankeyf’ için 30 Temmuz’da temel atılma kararı alındı.
Radikal’in sorularını yanıtlayan Çevre ve Orman Bakanı Eroğlu, 6 Temmuz’a kadar bekleyeceklerini ancak gerekirse öz kaynakları kullanarak barajı yapacaklarını açıkladı:
“Daha hiçbir faaliyete başlanmadan ‘Kriterler yerine getirilmeli’ denildi. Ancak avans verilmedi. Avans verilince de süre bitti. 2008’de krediyi askıya aldılar. 6 Temmuz’da üç kredi kuruluşunun son kararıaçıklaması gerekiyor. Açıklamazsa iyi niyetli olmadıklarını düşüneceğiz. Kredi alınmazsa bile baraj kendi öz kaynaklarımızla yapılacak.”
Eroğlu, Hasankeyf’te baraj yapımına karşı olanları da sert bir dille eleştirdi: “Beş kuruş faydası yok bu insanların. Zeynel Abidin Türbesi var, onu mu tamir ettiler? Artuklu Köprüsü’nü mü onardılar? Hep laf, laf, laf... Yaygara yapanların maksadı başka. Atatürk Barajı için de bu yaygaralar yapılmıştı.”
Orhan Gencebay ve Tarkan’ın ardından Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk da ‘Hasankeyf Yok Olmasın’ kampanyası için imza atmıştı. Eroğlu, onları ‘yaygaracı’lardan ayırdı: “Aslında Hasankeyf’i korumaya çalışıyorlar. Tabii ki iyi niyetli bir hareket. Biz yeterince bu insanları bilgilendiremedik.”

‘Başbakan da inanamadı’
Bölgedeki tarihi eserlerin korunacağını, bunun için 25 milyon avro ayrıldığını belirten Eroğlu, Hasankeyf’le şu anda turist gelmediğini, ama projeyle birlikte bölgenin turistik çekim merkezi olacağını düşünüyor:
“Burası yeni Hasankeyf’e birlikte cazibe merkezi haline gelecek. Asıl turisti baraj yapıldıktan sonra göreceksiniz. Başbakan bile Yeni Hasankeyf’in son halini görünce inanamadı.”

24 Haziran 2009 Çarşamba

CEZAEVLERİNDEN MEKTUP VAR...

Bir buçuk aydır bu köşeyi unuttuk. Ama daha yoğun ve epeyce koşuşturmayı kolayladık... Bu kez bir mektup; yakıcı bir mektupla merhaba diyorum...

TEKİRDAĞ F TİPİ TUTSAKLARINDAN MEKTUP VAR
Belki az cok taniyorsunuz, belki de hicbir fikriniz yok. Belki de yasaminizin bir doneminde bizlerle kesisti yollariniz, belki bir arkadasinizdan biliyorsunuz ya da bir akrabanizdan dolayi taniyorsunuz bizleri.

Bu mektupta asil yazacaklarimiza gecmeden once bir de biz kisaca tanitalim kendimizi. Kimimiz on sekizindeyiz, kimimiz elli yasini gectik. Kimimiz issizdik, kimimiz muhendis; kimimiz isci, memur; kimimiz ogrenci, isportaci, esnafiz.

Neden burada yattigimizi da, neden hapishanede oldugumuzu, 'suc'umuzu da bilmek hakkiniz. Kimimizse 'Hapishanelerde Neler Oluyor? Bilmek Hakkiniz!' kampanyasi cercevesinde tutsaklarin yaygin olarak cesitli kisi ve kurumlara gonderdigi mektupta, bir cagrida bulunuluyor.
Bu mektup Tekirdag F tipi tecrit hucrelerinde tutuklu bulunan devrimciler tarafindan yazilmistir.

Sendikalarda, derneklerde, meslek odalarinda orgutlendik; kimimiz gecekondu yikimlarina direndik; kimimiz polisin terorune, baskisina, hukuksuzluguna karsi boyun egmedik, karsi koyduk. Ancak hepimiz, IMF'nin, Dunya Bankasinin somuru politikalarina, AB'nin ve ABD'nin kuklasi haline gelen, ulusal onurumuzu ayaklar altina alan iktidarlara karsi ciktik. Haklarimiz ve ozgurluklerimiz icin mucadele ettik.
Sonucta buradayiz.

Asil konumuza gelelim. F tiplerini ne kadar biliyorsunuz? Tecrit iskencesi nedir, hic duydunuz mu? Bilmiyoruz. Ama Almanya'daki Nazi kamplarini duymussunuzdur. Ya da bugunun dunyasinda ABD'nin Guantanamo'daki hapishanesini veya Irak'taki Ebu Gureyb hapishanesi' ni mutlaka duymus olmalisiniz. Iste ulkemizdeki F tiplerinin de o Nazi kamplarindan, Guantanamo ve Ebu Gureyb'lerden farki yoktur. Turkiye'deki F tipleri 19 Aralik 2000'de 28 tutuklunun yakilarak,
kursunlanarak olduruldugu, yuzlercesinin yaralandigi 'Hayata Donus' operasyonunun ardindan acildi. F tiplerindeki uygulamalar soyle:
- F tiplerine gelen herkes daha once elle ve elektronik cihazlarla defalarca aramadan gecirilmesine ragmen giriste atlet ve kulotunuz da uzerinizde kalmayacak sekilde cirilciplak soyulur.. Dayatilan bu onursuz ve ahlaksiz aramaya direnirseniz, dayak yersiniz.
- Hastane ya da mahkemeye gidip gelirken daha hapishaneden cikmadan gidiste BES, donuste BES kez olmak uzere tam ON kez aramadan gecirilirsiniz.
- Kaldiginiz hucreler TEK ya da UC kisiliktir. Tek kaliyorsaniz hic kimseyle, uc kisi kaliyorsaniz yaninizdaki IKI KISI disinda
-gardiyanlar haric- kimseyle konusamaz, kimsenin yuzunu bile goremezsiniz. Hastane ve mahkemelere goturulurken bile hucrelere bolunmus araclarla goturulursunuz.
- Mahkemeye sunacaginiz el yazisi savunmaniz once hukuki bir bilgi ve yetkiye sahip olmayan gardiyanlar tarafindan denetlenir. Gardiyanlar tarafindan 'sakincali' bulunmaz ve 'olur' denilirse dilekcenizi mahkemeye ulastirabilirsiniz. Yoksa el konulur.
-Avukatinizla gorusmeye giderken yaniniza kagit kalem almaniz yasaktir. Hucrenizden en fazla elli adim uzakliktaki avukat gorusune giderken, gidis ve donuste tam uc kez aranirsiniz.
- Bir haksizliga ugradiginizda verdiginiz dilekcenin akibetini bilemezsiniz. Isleme konulup konulmadigini ogrenmek icin bile dilekce ustune dilekce yazmak zorundasiniz. (Ek bilgi; dort yildir F tiplerinden verilen on binlerce suc duyurusu dilekcelerine ragmen ne uygulamalar degismistir, ne de keyfi dayatmalarda bulunan tek bir gorevli cezalandirilmistir. Keza gelen ve giden mektuplarimizin da akibeti belli olmaz, tipki dilekcelerimiz gibi.
- Acil ve hayati rahatsizliklari nedeniyle revire cikmak isteyip de 'doktor carsida', 'doktor uzmanlik sinavlarini kazanip gitti'
cevaplariyla doktor yuzu gormeden olenler veya bizzat 'doktor' tarafindan hastalarin kovulmasi F tiplerinin 'siradan' olaylaridir.
F tiplerindeki tecrit uygulamalarini daha da uzatabiliriz. Hem de sayfalarca. Ama gerek yok. Saniriz aktardigimiz bu birkac madde bile yeterince anlatiyor tecriti.
Ve simdi yeni Ceza Infaz Kanunu (CIK) ile butun bu yasadiklarimiz, maruz kaldigimiz tecrit iskencesiyle sessiz sedasiz hucrelerimize gomulmek istemiyoruz.
Yeni CIK'in tek bir maddesi degil, bastan sona butun maddeleri incelendiginde tecrit iskencesinin, hukuksuzlugunun yasal uygulamalar haline getirildigi gorulecektir. Bu mektubu, bilmediginiz, duymadiginiz ya da simdiye kadar da yanlis bilgilendirildig iniz F tipleri, tecrit ve Yeni CIK konusunda GERCEKLERI bir de bizden ogrenin diye yazdik. Ama sadece bu gercekleri bilesiniz, ogrenesiniz diye degil. Bu gercekleri baskalarina da aktarmanizi istiyoruz. F tiplerindeki tecrite ve bu tecriti yasal bir uygulama haline getirecek olan yeni CIK'e karsi cikmanizi istiyoruz.

Isterseniz once dile getirdigimiz bu gercekleri arastirin, sorusturun; biz burada soyledigimiz her cumleyi dilerseniz belgelerle, taniklarla kanitlayabiliriz. Bize yazmaniz, sormaniz yeterli. Ancak bu soylediklerimizin gercek olduguna inanir, ikna olursaniz bir sorumluluk da yuklenmis olacaksiniz. Her seyden once vicdanen, adalet duygunuza karsi bir sorumluluktur bu. Kendinize karsi duydugunuz ya da duyulmasini istediginiz sayginin zedelenmemesi icin bu sorumlulugu
yerine getirmelisiniz. 'Bana ne' dediginizde bilin ki, en basta insanliginizdan bir seyler kaybetmis olacaksiniz. Biliyoruz, belki agir bir itham oldu ama ne yazik ki boyle olacaktir. Dusunun Ve unutmayin, 20 Ekim 2000'de F tipleri ve tecrite karsi baslatilan olum orucunda simdiye kadar 123 insan oldu. 600'den fazla insan sakat kaldi. Belki ilk defa duydunuz, belki de gormek, duymak istemediginiz bu gercekle bir kez daha karsilasmis oldunuz bu satirlarla.

Sonuc olarak istesek de istemesek de, bir direnis yontemi olarak dogru ya da yanlis da bulsaniz, olumlerin yasandigi bir GERCEK'TIR. Ve bilirsiniz ki, kimse durduk yerde olmez, olemez. Tecrit denilen politikanin nasil bir sey oldugunu anlamaniz icin hatirlatmak istedik bunu da.BU MEKTUBUMUZLA BIR ZINCIR OLUSTURMAK ISTIYORUZ. Tecrit denilen karanlik kuyuda bogulmak istenenleri bogdurmamak icin uzatilan bir zincir olsun, bu zinciri olusturmak icin; Mektubumuzun
fotokopilerini cekerek tanidiklariniza, esinize dostunuza postalayabilirsiniz ; mektubumuzu internet ortaminda dagitabilirsiniz; sendikaciysani z ya da bir dernekteyseniz panonuza asabilirsiniz;

gazeteciyseniz kosenizde yer verebilirsiniz, haber yaptirabilirsiniz;

ev kadiniysaniz misafirlerinize okutabilirsiniz; esnafsaniz isyerinize asabilirsiniz ;

milletvekiliyseniz meclis kursusunden okuyabilirsiniz;

bu mektubu bir gazete ya da dnergide okuduysaniz kupuru kesip cuzdaniniza koyup yakinlariniza okutabilirsiniz. Kisacasi sozlu ya da bu haliyle yazili olarak elden ele, kulaktan kulaga BIR ZINCIR OLUP ulasmali bu gercekler.

Insan dusuncesinin baska ve zorla yok edilmesine karsiysaniz, iskenceye, haksizliklara ve adaletsizliklere karsiysaniz, insanin sadece mezarda yalniz kalabilecegine inaniyorsaniz ve TECRIT denilen bu silahin bir gun size de yonelmesini istemiyorsani z BU ZINCIRE BIR HALKA DA SIZ EKLEYIN! F tiplerinde tecritin kaldirildigi, olumlerin durduruldugu gunlerde gorusmek umuduyla hoscakalin.

*TEKIRDAG F TIPI HAPISHANESI' NDEN DEVRIMCI TUTSAKLAR*

8 Mayıs 2009 Cuma

İYİ BİR EKONOMİST ARIYORUM... GERÇEKTEN...


EKONOMİ ÜZERİNE !...
Mevsim yaz, aylardan Ağustos ayı. Riviera kıyısında küçük bir kasaba, yaz sezonu, ancak yağmur yağıyor, yani kasaba bomboş. Herkesin borcu var ve kredi ile yaşıyorlar. Şans eseri bir otele zengin bir Rus geliyor ve resepsiyona 100 $ bırakıp, odaya bakmaya çıkıyor. Otel sahibi parayı hemen alıp, et marketine olan borcunu ödüyor. Market sahibi 100 doları kaparak, hemen toptancıya olan borcunu vermeye gidiyor. Toptancı büyük bir sevinçle parayı alıp, kriz nedeniyle kredili hizmet veren son defa birlikte olduğu fahişeye götürüyor. Fahişe parayı alıp aynı otele giderek oraya olan borcunu ödüyor... Ve o anda Rus müşteri odadan geri dönüyor ve odayı beğenmediğini söyleyip 100 $ parasını alarak kasabayı terk ediyor. Rus müşterinin bu ziyaretinden somut olarak hiç para kazanan olmuyor, ancak: TÜM KASABA BORÇ LARINDAN KURTULUYOR VE GELECEĞE ÜMİTLE BAKIYOR ... :))

7 Mayıs 2009 Perşembe

UFUK URAS'IN NİSAN AYI FAALİYET RAPORU


Ufuk Uras’ın Nisan Ayı Faaliyet Raporu da geldi. Yayımlıyoruz. Meclis'in tek sosyalist milletvekilinin yoğun temposuna dikkat edelim. Konuşan, dertlenen, kumpasçılık yapan, dükkancı solcuların, milletvekilimizin yarısı kadar çalışmalarını diliyorum...

1.4: Bir İrlanda gazetesi ile mülakat. Seçilen DTP’li belediye başkanlarını, Tunceli, Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkari, Van, Iğdır, Viranşehir’i kutladım. Ayvalık adayımızı ve Samandağ, Dikili ve Çamlıhemşin Belediye Başkanlarını kutladım. Ermeni vakfı seçimlerine şaibe karıştırıldığı iddiası üzerine yetkililerle görüştüm. CNN’de Reha Muhtar’ın programına katıldım.
3.4: İktisatçılar Haftasına katıldım. Gündüz Vassaf, Besim Üstünel ve Binnaz Toprak ile sohbet.
4.4: ÖSP toplantısı.
5.4: Beypazarı ve Karaşar köyünü ziyaret.
6.4: Barak Obama Genel Kurulda konuştu. Basın görüş aldı. Kütüphaneciler Derneği Başkanı ziyaret etti.
7.4: ODTÜ Uluslararası İlişkiler Klübü öğrencileri ile söyleşi. SODEV gençliği ziyaret etti ve erken evlilikler ile ilgili kampanyalarına destek istediler. Alp Selek’le Pınar Selek’in hukuki durumunu konuştuk. Mayıs’da Yaşam Kooperatifi ziyaret etti.
8.4: Mecliste TVler çeşitli konularda görüş aldılar.
9.4: İşçi partililer, İlkay-Necmi Demir’in oğlu Güneş’i dövmüşler, arayıp geçmiş olsun dedim. Kadın eşitliği komisyonundan, kadın vekil aday lehine çekildim.
10.4: Zihni Sinir‘in atölyesini ziyaret. Kanal A ile Kıbrıs Ergenekonu üzerine söyleşi. ATV ile bağlantı.
11.4: İstanbul Film Festivalinde İl Divo filmi, İtalyan Ergenekonu ile mücadele sürecini anlatıyor. Beyoğlu Sinemasının kapatılması konusunu görüştük.
14.4: Divriği Dergisi ziyareti. Sivas İl Başkanımızın ziyareti. Divriği’de oyların düşmesi değerlendirdi.
15.4: PirSultan Derneği Başkanı Fevzi Gümüş ile Mecliste görüştük. Necdet Saraç ziyaret etti. Şinasi Sahnesinde “Rita’nın şarkısı” oyunu. DTP operasyonları ve Ergenekon son dalgası ile ilgili basın açıklaması yaptık.
16.4: Meclis İçişleri komisyonuna katıldım ve 1 Mayıs tatili ile ilgili verdiğimiz yasa teklifi üzerine konuştum.
18.4: Cumartesi annelerine katıldım.
20.4: Hrant’ın davası. Oral Çalışlar ile davayı izledik. Basın görüş aldı. Rakel ve Fransa’dan gelen avukatlarla öğlen yemeği. Koordinasyon toplantısı. Üyesi olduğum Beyoğlu ilçe konferansı olmuş, haberim bile olmadı. Eskiden yazılı, sözlü çağrı yapılır, bütün üyelere ulaşılırdı.
21.4: DTP’nin İçişleri Bakanı ile ilgili, 62 ölüm hakkındaki gensorusu reddedildi.
22.4: Meclis kapısında çocuk evlilikleri üstüne SODEV’in eylemine katıldım. Uluslararası bir barış grubu ziyaret etti. Kesk Başkanı ve beraberindeki heyet ziyarete geldi. Çalışma Bakanını Disk ve Kesk başkanları ile buluşturarak Taksim konusunu görüştük. 1 Mayıs resmi tatil oldu. DTP’nin basın toplantısını ve oturma eylemini destekledik. Sabaha kadar Mecliste kaldık.
23.4: Meclis kütüphanesinde, TRT’nin Egemenlik Haftası canlı yayın paneline diğer partilerin temsilcileriyle katıldım. Genel Kurulda yaptığım konuşma, değişik çevrelerce olumlu karşılandı. Havaalanında Kemal Kılıçtaroğlu ile sohbet.
24.4: Taksim’de, “Çocuklar için Adalet” inisiyatifinin, tutuklu çocuklar için gerçekleştirdiği protesto eyleminde konuşma yaptım. TMMOB’da 1 Mayıs belgeseli çekimleri yapıldı. Momo –Kızkardeşim filmini izledik.
25.4: Şirin Cemgil’in cenazesine Ertuğrul Kürkçü ile gittik. Cemevinde bir konuşma yaptım. Deniz Türkali, Hale Soygazi, Yıldırım Türker ve Halil Ergün ile sohbet.
26.4. Kınalı Adası’nın muhtarı ile sohbet, Seçimlerde bizi destekleyince, çeşitli kesimler de onu desteklemiş, 700 oyla seçilmiş. Belediye Meclisi üyesi ve Adalar Belediye Başkanının danışmanı Raffi Hermon’la sohbet ve adanın sorunları konusunda bilgi alındı.
27.4: DSİP’lilerle sohbet. Koordinasyon toplantısı.
28.4: Genç sinema yönetmenlerinin ziyareti. Genel Kurul.
29.4: Yeşiller Partisi Başkanı Cem Özdemir, eşi, Alman gazeteciler ve Büyükelçilik temsilcileri ziyaret etti. Hukuk Fakültesi’nde Dekanı ziyaret ve “Yarınlar Bizimdir” inisiyatifinin panelini, Eğitim Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç ile gerçekleştirdik.
30.4: Ankara’lı bazı Partililerin ziyareti. 7. Paket kampanyasını yürüten yurttaşlar ziyarete geldiler. Basına açıklama yapıldı. Topladıkları imzaları Meclis Başkanlığına gönderdik.
1.5: Sabah Saruhan Oluç ile Taksim’e çıktık. Türk-İş heyeti ile karşılaştık. Onları kutladıktan sonra Pangaltı’ya geçtik. Heyetle gaz yiye yiye Taksim’e çıktık. Büyük mutluluk duyduk. Sky Türk, Kanal 24, Ntv görüş aldı. Akşam da Haber-Türk’ün programı vardı.

30 Nisan 2009 Perşembe

ÜÇ DENİZ ve TAMAS'dan TRUBADUR ŞARKILARI...

Dün gece (29 Nisan, cumartesi gecesi) 30 yıllık dostlarım Sevinç ve Ferda Ereren'in de Üç Deniz Topluluğu olarak katıldıkları bir Trubadur Şarkıları dinletisi izledim. Gene Üç Deniz Topluluğu'nun bir üyesi olan Dr. Erdal Şalikoğlu'nun yirmi yıla yakın bir zamandır birlikte müzik çalışması yaptığı Kobzos Kiss Tamas ile birlikte düzenlenen konserin adı; "Bin Yılın Rüzgarı / Trubadur Müziğinden Aşık Veysel'e" başlığını taşıyordu...
Bi'miktar akademik kıvamda konser oldu. Tamas, 10 kadar ezgiyi seslendirdi. 11-13. yüzyıl arası Güney Fransa'da ortaya çıkan ozanların (trubadurların) dillendirdikleri ve esasen 'ayıpça/yasaklı' şarkılardan ezgiler dinledik... Çoğunlukla asillerin söyledikleri ve yazdıklarıymış bu şarkılar. Arslan Yürekli Rişar'dan Portekiz Kralı 'Akıllı' filancanın şarkılarını dinledik. Carl Orff'un Carmina Bruna için esin kaynağı olan ezgilerinin orijinalinden üç eser dinledik...
Trubadur herkese kolay dinleme olanağı sunan bir tür değil... Kendinizi sahiden dinlemeye ve anlamaya vermelisiniz. Kolay değil, 1000 yıl öncesinin ezgileri... Müzikal dil ve cümleleri nedeniyle aşina olmadığımız bir tarz.
Ben çok severek; arkadaşlarımdan gurur duyarak ve zenginlendiğim hissiyle ayrıldım...

26 Nisan 2009 Pazar

KRİZ ORTAMINDA KİTAPÇI AÇTIK; ÜÇ DENİZ KİTAPÇI

Açılışımıza en önce üç yakın akrabam geldi. Üç güzel insan... Feryal ve ağabeyi Ayhan ile Duygu... Güzelce söyleşmek olanağı bulduk. Sağolsunlar...

Sevgili arkadaşlar, merhabalar. Üç arkadaş bir araya geldik ve krizin bizleri iyice sarsalamasının etkilerini azaltmak için; zaten hayat boyu meşgalemiz olan ‘kitap’ yeniden ‘işimiz’ olsun çabasıyla bir dükkan açmaya karar verdik. Her üçümüz de kitabı iyi tanıyoruz. Şimdiye değin ayrı ayrı kitapçı dükkanları da açmıştık… Okuyoruz, yazıyoruz ve ayıptır söylemesi kitabı (siz dostlarımıza) satmak istiyoruz… Kitaplarımız ‘ucuz kitap’; yayınevlerinden hayli çok sayıda kitap edinmeye girişip, bi’miktar ucuza alınca ucuza kitap satma olanağımız da olabilecek gibi… Ayrıca her türlü siparişinizi üç gün içinde getirebilme olanağımız da var. Yeni ya da sahaf kitabı… Ederi üzerinden buluruz… Ama kendi kitaplarımızın tamamı cidden kriz ortamıyla gırgır geçer gibi: On yıl öncesinin fiyatlarıyla kitap satıyoruz… Herkesi bekleriz efendim… Kadıköy’de meydanından Osmanağa Camii’ni geçip Boğa Heykeline doğru yürürken ilk sağ sokaktayız. Pavlonya sokak. Güzel bir bahar çiçeğinin adını alan sokağımızda başka kitapçılar da var… Hemen camiin arkasındaki ikinci han olan Nuhoğlu Hanın üst girişinde bizi göreceksiniz: Üç Deniz Kitapçı… Artık açığız ama bu hafta sonundan itibaren törenler; konfetiler ve havai fişekleriyle kitabı (ve kendimizi) uçurmak istiyoruz…
Sevgilerimizle
ÜÇ DENİZ KİTAPÇI (Adnan, Muzaffer Olça ve Erhan Cuma Ünay)

25 Nisan 2009 Cumartesi

YAŞASIN 23 NİSAN, NEŞE DOLAMIYOR İNSAN...

Bu habere yakışacak fotoğrafı başka yerde arayacak değilim :-)

ÖDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, 23 Nisan dolayısıyla TBMM'de yaptığı konuşmada, ülkenin "çok dinli, çok dilli, çok kültürlü, çok kimlikli ve elbette çok sorunlu bir coğrafyada" konumlandığına dikkat çekerek, yaşanan sorunların çözümünün siyasal zeminde mümkün olduğunu, Meclis iradesinin bu yönde hareket ederek taşıdığı sorumluluğun gereklerini yerine getirmeye çağırdı.

Uras'ın 23 Nisan dolayısıyla TBMM kürsüsünden yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:
"Yurttaşların bizden beklediği, güçlü bir demokratikleşme hamlesiyle ülkenin sorunlarını çözmektir"
"Dünyanın en zorlu coğrafyalarından birinde, büyük bir dünya savaşının ardından güç şartlarda ve nice canlar pahasına kurulan Cumhuriyet’in 85 yılını, onun kuruluşunu gerçekleştiren Meclisimiz’in 89 yılını geride bıraktık. Dileğimiz daha nice 23 Nisanları, barış, refah, mutluluk, özgürlük, kardeşlik ve demokrasinin hüküm sürdüğü bir ülkede, eşit koşullarda bir arada yaşamaktır.
Türkiye Cumhuriyeti, 20. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde, bir imparatorluğun enkazı arasından yükselerek, çok dinli, çok dilli, çok kültürlü, çok kimlikli ve elbette çok sorunlu bir coğrafyada kendine yer açmıştır. Meclis’in kuruluşundan bu yana gelişmeler kat etmiş ve dünya ülkeleri arasında önemli bir konum elde etmiş olmamıza karşın, bir başka açıdan, insan uygarlığının uzun macerası içerisinde halen emekleme dönemini yaşayan bir ülke durumunda olduğumuzu da ifade etmek abartılı olmayacaktır.
Hem Meclis ve Anayasa, hem de siyasi partiler sistemine dayalı demokrasi modeli bakımından, Birleşmiş Milletler çatısı altındaki birçok ülkeyle kıyaslanmayacak kadar deney sahibi ve birçok başlangıç sorununu geride bırakmış durumdayız. Ancak, bir devlet politikası olarak benimsendiği ileri sürülen “batılı demokratik ülkeler topluluğu içinde yer almak” hedefinin epey uzağında bulunduğumuz da bir gerçektir.
TBMM’nin halk iradesinin tecelli ettiği kurum olduğuna dair ortak bir söylem genel kabul görse de, yetkilerini layıkıyla kullanabildiği hala çok tartışmalıdır. Sık sık askeri darbelere veya muhtıralara muhatap olduğu gibi, kendi uhdesinde bulunan demokratik bir anayasa yapma yetkisini bile tam olarak kullanamamaktadır. 29 yıldır Türkiye’nin örtülü vesayet rejimi altında yaşamasına neden olan, 12 Eylül 1982 Darbe Anayasası’nı esastan değiştirmek hala mümkün olmamıştır. Bu militarist özlü Anayasa’yı değiştirme yönünde bazı sınırlı adımlar atılmıştır. Ama bu görevin esası halen önümüzde duruyor. Bu dönemin milletvekilleri ve partileri olarak, Türkiye’nin siyasal tarihinde anlamlı bir iz bırakmak istiyorsak, bu Anayasa’yı değiştirme konusunda bahanelere sığınmadan, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte harekete geçmeliyiz.
“Az hukuk devleti, üzerine birazcık demokrasi” anlayışı ile Türkiye olsa olsa yeni sorunlar yaşar. Az demokrasili cumhuriyet de, az demokrasili laiklik de Türkiye’ye uymaz. Yurttaşların bizden beklediği, güçlü bir demokratikleşme hamlesiyle ülkenin sorunlarını çözmektir.
Elbette Anayasa değişikliği denilince ilk akla gelen, siyasal rejimin her türlü vesayetten kurtarılmasıdır. Türkiye demokrasisinin “kendine has” bir yönü olduğundan söz edilecekse, bunun da ne yazık ki bir vesayet demokrasisi olduğunu artık kabul etmeliyiz. Meclis’ten beklenen kararlılık ve cesaret bu noktada gösterilmelidir. Seçimle gelip seçimle gidilen, açıkça denetlenebilen ve hesap verebilen kurumlar sistematiğine dayalı, yasama, yürütme, yargı ve askeriyenin çarpık ilişkisinden kurtarılmış bir demokrasiye kavuşturulmalıdır.
Anayasa değişikliğinden söz etmişken, vatandaşlık kavramımızın mevcut haliyle tarihimizden devraldığımız büyük bir sorunun, yani Kürt Sorunu’nun demokratik ölçüler içerisinde, eşitlik temelinde ve barışçı yollarla çözümüne hiçbir katkıda bulunmadığını da açıkça görmeliyiz. Bu konudan çok çektik. Çok insanımızı kaybettik. Kendi aramızda demokratik yollardan çözmeyi beceremediğimiz için, dış müdahalelere açık hale geldik. Bin yıldır bir arada yaşadığımız insanlarımızın bir bölümünün dilini, kültürünü, kimliğini bir türlü içimize sindiremedik. Onlara kendi kafamıza göre kimlikler uydurmaya kalktık. Bu tür garipliklerle yıllar kaybettik. Şimdi Kürt’e Kürt demeden, kendi dilini konuşmasını, öğrenmesini, yazmasını, hayatın her alanında kullanmasını sağlamadan, bunun anayasal ve yasal güvencelerini ortaya koymadan daha fazla adım atamayacağımız belli değil mi?
O halde, herhangi bir etnisiteyi ima etmeyen bir anayasal vatandaşlık tanımı getirmeli, herkesin kendi dilini ve kültürünü öğrenmesi, öğretmesi, kullanabilmesi için modern dünyanın bulduğu çözüm yollarının bizde de uygulama alanı ve fırsatı bulması için gerekli anayasal ve yasal adımlar gecikmeden atılmalıdır.
Alevi yurttaşlarımız da halen son derece haklı beklentiler içindedir. İlköğretimde din dersleri mecburiyeti, bütün tartışmalara ve yargı kararlarına rağmen hala sürdürülmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı bugünkü adaletsiz yapısı ile tartışmanın tam göbeğinde yer almaktadır. Bu sorunda da çözüm adımları atılamamaktadır.
Artık Kürt ve Alevi yurttaşlarımızın kültürel talepleri ve hakları insanlık tarihinin bu konudaki kazanımlarına denk gelecek şekilde düzenlenmelidir. Yapılacak demokratik düzenlemeler Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatmaz; tam tersine bağımsızlığın da, egemenliğin de, demokrasinin de Cumhuriyet’in de güçlenmesine yol açar. Herkesin ‘gönüllü yurttaş’ olmasını sağlar. Bir arada yaşama iradesini güçlendirir.
Bu konuların önemi ve aciliyeti ortadayken, başarılı bir yerel seçim geçiren DTP’ye karşı bütün Türkiye’de sürdürülen operasyona değinmeden geçmek mümkün değil. İktidarın niyetinin sorgulanmasına neden olacak kadar zamanlaması dikkat çekici bir operasyonla karşı karşıyayız. Adalete intikal etmiş bir konu olduğu için, üzerinde derinlemesine mülahazalarda bulunmak mümkün değildir. Ancak bu adımın, önümüzdeki aylarda Kürt Sorunu’nda içine girilmesi öngörülen yeni mecraya dair, her türlü barışçıl umut ve beklentiyi tersine çevirdiği aşikardır. Diyarbakır’ı “fethetmeye” girişmek, bölgedeki seçim sonuçlarını “Ermenistan sınırına dayanmış bir risk” olarak yorumlamak ne kadar hatalıysa, Kürt Sorunu’nu adli bir mesele haline indirgemeye devam etmek de o kadar hatalı olacaktır. Ne Kürt yurttaşlarımızın ne de Türkiye toplumunun meselenin bu tür yollarla hallolacağına dair hiçbir inancı yoktur. Kürt Sorunu’nun çözümünde son derece önemli bir partner, bu çatının altında şu sıralarda oturuyorken, konuyu savcılara, askere, ABD’ye havale etmek, aklın, vicdanın ve siyasal mantığın kabul edebileceği bir şey değildir. Kimlikleri tek tipleştirmenin, asimilasyonun, askeri ve polisiye tedbirlerle sorunu çözermiş gibi yapmanın zamanı çoktan geçmiştir.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,
Son aylarımızı yoğun olarak meşgul eden bir başka önemli konu da, yine adalete intikal etmiş olan Ergenekon Davası’dır. Bu davanın kapsamını elbetteki görevli savcılar çizecektir. Bizim ilgilendiğimiz yönü, bu davanın Türkiye’nin yarım yüzyıllık tarihinin karanlık yönleriyle olan ilişkisi, devamlılık ve sistematik bir bağ gösteren korkunç muhtevasıdır.
Bildiğiniz gibi Türkiye, son elli yılının siyasal ve toplumsal hayatını olgun bir demokrasinin olağan ve durağan iklimi içerisinde geçirmiş bir ülke değildir. Özellikle, NATO’ya girişini takip eden yıllardan itibaren, siyasal süreçleri olağan dışı müdahalelerle rotasından çıkan, yasal düzlemde görünmeyen kimi odak ve çevrelerin karmaşık ilişkiler ağı içerisinde, kanlı olayları sahnelediği ve belli projeksiyonlar altında oradan oraya sürüklediği bir ülke olmuştur. Her türlüsünden darbeler ve muhtıralar birbirini kovalamıştır. Mahiyeti ve gerçek sorumluları bir türlü ortaya çıkmayan, siyasal suikastler ve kanlı olaylar sahnelenmiştir.
Bu karmaşık ve karanlık ilişkiler ağı içinde, devletin üniformalı ve üniformasız, silahlı ve silahsız kimi kurum ve mensuplarının da yer aldığı, yıllardır belgeli ve belgesiz şekilde ileri sürülmektedir. Son 10 yılımızda bu konular daha fazla konuşulur ve tartışılır olmuştur. Seçimler yoluyla iktidara gelenleri, arkasına sivil toplum kurumlarının ve koşullandırılmış halkın desteğini alarak asker zoruyla iktidardan düşürme hedefini güden projeler, “Günlükler” adıyla basına düşmüştür. Olayın bunlarla sınırlı olmadığı, infial yaratacak olayların da planlandığı herkesçe bilinmektedir.
Bu dava, devlet kurumları ve sivil toplum açısından, yıllardır hesabı verilmeyen ve vicdanları ezen ağırlıklardan kurtulma fırsatıdır. Gerçek manada denetlenebilir, demokratik ve şeffaf bir devlet yapılanması ve hesap veren bir rejim inşa edilebilmesi bakımından geçilmesi zorunlu hale gelmiş bir köprüdür. Siyasal ve toplumsal hayatımızı kuşatmış, ardına devlet gücünü almış, hukuksuz ve kanlı habis bir urun, bünyeden atılması gerekir. O nedenle, bu konuyu sağcı-solcu, şeriatçı-laik, AB’ci-ulusalcı, diktatör-özgürlükçü gibi saflaşmalara kurban etmemek, büyük ölçüde bu Meclis’in çatısı altında toplananların elindedir.
Çetelere, derin devlete, darbecilere, Gladyo’ya veya suç örgütlerine karşı soruşturma yürütülmesi, bunların yargılanması ve cezalandırılması on yıllardır dillendirdiğimiz bir taleptir. Ancak Ergenekon ve benzeri örgütlenmelerin tasfiyesinin nasıl yapıldığı en az tasfiyenin kendisi kadar önemlidir. Bu tasfiye hukuk içinde, demokratik yollarla yapılmalı, yeni hukuksuzluklar yaratılmamalıdır. Onlarca yıldır sola ve toplumsal muhalefete reva görülen baskıcı, hukuksuz ve anti demokratik yöntemlerin uygulanmasına göz yumulmamalıdır.
Evet, insanların haksızlığa uğramasına, teşhir edilmelerine, siyaseten karşı karşıya gelinen çevrelere gözdağı verilmesi anlamına gelen uygulamalara, halen mali ve özellikle de siyasi ayaklarına dokunulmamasına, demokratik hukuk ilkelerinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının ve kararlarının çiğnenmesine ve hırpalanmasına izin vermeyelim. Daha davanın kendisi sonuçlanmadan, halkın vicdanında kaybedilmesine yol açmayalım. Meclis olarak, savcılık ya da avukatlığa soyunmayı bir yana bırakıp temsil ettiğimiz halkın vicdanı olalım.
Yakın tarihimiz de gösterdi ki, Türkiye toplumu fikir mücadelelerinin kör dövüşüne dönüştürüldüğü demokrasi dışı darbe dönemlerinden çok çekmiştir. Meclis iradesi bu tür dönemlere ve girişimlere yol vermeyecek kararlılığı ve yaratıcılığı bugün mutlaka göstermelidir. Bu konuları örtbas etme yerine araştırılmasına önayak olmalıdır.
29 yılın ardından Meclis’in 1 Mayıs’ın Emek Bayramı olarak kutlanması ve bu amaçla tatil edilmesi için gösterdiği çaba da önemlidir. Elbette işçiler 1 Mayıs’ı coşkulu şekilde kutlayacaklar, ama ülkenin ekonomik durumunun parlak olduğunu ileri süremeyiz. Geçen yıl dünya mali krizinin ilk dalgaları Türkiye’yi vurmaya başladığında, gelişmelere dikkat çekmiş ve özellikle toplumumuzun iktisaden en zayıf ve güçsüz kesimlerinin hak ve çıkarlarının korunmasına hükümetin özel çaba göstermesi gerektiğini ifade etmiştim. Geçen süre ne yazık ki aksi yönde gelişmelere sahne oldu ve giderek derinleşen kriz emeğiyle geçinenlerin bütün hayatlarını alt üst etti. İşten çıkarmalar ve işsizlik artık rekor kırıyor. Çaresizlikler cinnetlere yol açıyor. Alınan tedbirlerin hemen hiçbiri bu kesimlerin zor hayatlarını olumlu yönde değiştirmeye hizmet eden şeyler değil. Tek gelir kapısı çalıştığı iş olan milyonlarca insan umutsuzluğa terk ediliyor.
Bu bakımdan umuyorum ki, krizin faturasını yoksulların ve emekçilerin sırtına yıkmanın uluslararası şampiyonu IMF’ye bir kez daha ekonominin dümeni teslim edilmez. Çünkü IMF, yoksulların, işsizlerin ve çalışanların içinde bulunduğu güç şartları değil, kendi borç verdiği paranın faiziyle birlikte tahsilini esas almakta, bunun için devletin sosyal sorumluluklarını bir yana bırakmasını istemekte ve kamu harcamalarının sınırlandırılmasını talep etmektedir. Halkın dilinde bunun karşılığı “Bütün faturayı halka ödetmektir.’’
Türkiye’nin tarihten devraldığı sorunların kimi belli bir zaman dilimi içerisinde çözüme kavuşsa bile, bazıları daha sancılı olarak varlığını sürdürüyor. Ermenistan’la ilişkilerimiz de böyledir. 1915’de yaşanan ve insanlığın taşımakta güçlük çekeceği ağır olaylar, bu küçük ve yoksul komşumuzla ilişkilerimizin olağan bir mecraya girmesini hep önlemiştir. Bu tarihle yüzleşmenin yakıcılığı, iktidarları etkin tutumlar geliştirmekten alıkoymuştur. Her 24 Nisan geldiğinde, bazı ülkelerin alması muhtemel tavır Türkiye’de hep gerilime neden olmuştur. Bu tablonun artık değişmesi gereklidir. Cesur adımların atılmasına ve güçlendirilmesine ağırlık verilmelidir. 1915 ortak acısının 94. yılında sınır kapılarını açalım ve tarih ve kültür bakımından bir çok şeyi paylaştığımız Ermenistan’ın kardeş halkıyla yeniden kucaklaşalım. Elbette bir komşu ile olan ilişkilerin düzeltilmesi, diğer dost ve kardeş ülkelerle ilişkilerin bozulması üzerine inşa edilemez. Bu bakımdan Azerbaycan’la münasebetlerimizin güçlenmesi ve geliştirilmesi için de azami çaba göstermeliyiz.
Bizim de çocuklarımıza, genç ve gelecek nesillere mutluluk, refah, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet içerisinde yaşayan bir toplum ve ülke bırakma sorumluluğumuz var. Bu çatı altında aldığımız her kararın ve çıkardığımız her yasanın Türkiye’yi böyle bir hedefe ne ölçüde yaklaştırdığını sıkı sıkıya takip etmek ve gereğini yerine getirmek yükümlülüğüyle karşı karşıyayız.
Bu vesile ile TBMM’nin yurttaşlarımızın gönlündeki saygın konumunu daha da geliştirecek ve güçlendirecek gelişmelere imzasını atmasını diliyorum...

18 Nisan 2009 Cumartesi

İRAN CAMİİNİN MÜDÜRÜ İLE PAPAZ OLDUK...

Geziyi BirGün'e yazacak olan Dr. Sadreddin Apaydın... Tiflis sokaklarındayız...

Blog durgunlaşmış ve okurlar da mahsunlaşmış(mış)... Ehh, kolay mı Gürcüstan'ı baştan başa dolaştık... Yazısı aşağıda başlıyor... Metin bütünleşik bir metindir. Okuyup aşağı inin ve öylece bitirin... Fotoğraflarda ise hafif bir çuvallama var. Gecenin bir vakti yaptığım için, yorgun ve bezgin halde, bu kadar olabildi. Özür diliyorum... Umarım, önümüzdeki yaz Azerbaycan'a da gidebilirim ve Ermenistan, Gürcüstan ve Azerbaycan'ı 'Kafkasya Gezileri' kitabımda toparlarım. Çünkü iki ülkeye ilişkin geniş yazılar bitti... Durum budur...
Yandaki fotoğrafta İran Hamamı ve İran Camii'ni görüyorsunuz... Aşağıdaki binada bedenlerini, yukarıdaki yapıda da ruhlarını temizliyorlar (herhalde)...
Girdik camie. Bir müdür karşıladı. İyi bir pozisyon ama herif yanlış herif. Bana afra tafra yaptı. Atıştık. Bağırdım adama. Cami ikiye bölünmüş vaziyette ve 'Ben -daha önceki imamdan aldığımız bilgiye göre- burada Sünniler ve Şiiler ayrı ayrı namaz kılarlarmış' deyince, afralandı. Bir torba lafı da yüklendi oturdu...