2 Temmuz 2009 Perşembe

İSTİKLAL, AZADİ, HÜKÜMETE MERDOMİ...


Mücadele yürüten İran halkına destek için İran Konsolosluğu önünde toplandık. 20 kişi biz, aynı sayıda gazeteci ve yüzün üzerinde polisle birlikte güneşin altında bekleşip durduk. Açıklamamız okundu. Konsolosluk önüde muhalefeti simgeleyen yeşil kurdelalar astık... Serince bir yerde oturup çay-kahve içtik ve ahval üzerine sohbet ettik... Müthişiz yani...

UFUK URAS'UN HAZİRAN ÇALIŞMA RAPORU

Haziran Ayi Faaliyet Raporum:

1.6: Deri-Is Sendikasi Baskani ve yonetimi ile gorusme. Tarik Ziya Ekinci ve Nihat Sargin ile gorusme. Petrol-Is Baskani ve yonetim ile gorusme.

2.6: Turnusol’a yazi. Munise Aren ile gorusme.

4.6: Egitim-Sen Genel Baskani Zubeyde Kilic ve beraberindeki heyet ziyaret etti. Bandirma korfezindeki kirlenme nedeniyle, Cevre Bakanina Cevre gunu dolayisiyla sozlu soru sordum. Cevre Komisyonu Baskani Haluk Ozdalga ile gorustum.

5.6: Besiktas Mahkemesi’nde Cocuk tutuklularin davasina katildik. Basin aciklamasi yapildi. Emekli-Sen’e Taksim’de ziyaret. Sendikaya uye oldum. Ahmet Turk ve DTP heyetiyle gorusme.

6.6: Adana’da basin toplantisi. Adana Egitim-Sen’i ziyaret, yuruyus ve basin aciklamasi. “Birlikte Basarabiliriz” toplantisi. Adana TV’de program.

7.6: SHP Kongresine katildik. Findikli Dereleri Platformu paneline katildik. Mehmet Bekaroglu ile sohbet.

9.6: Dev-Lis’liler ziyarete geldi. Universite sinavlari ustune birlikte basin aciklamasi yaptik. Venezuella Buyukelciliginde resepsiyon.

10.6: Nufus ve Kalkinma Grubu’na katildim. Nufus ve Surdurulebilir Ekonomik Kalkinma Grubu Baskanligi’ni ustlendim. Kamusal alanda dumansiz hava toplantisina katildim. Meclis Baskani plaket verdi. Mithat Sancar ve Sezgin Tanrikulu ile sohbet.

11.6: Istanbul Dishekimleri Odasi Baskani ve yonetim Kurulunun ziyareti.

12.6: Birlesik Metal Is Baskani ve yonetim kurulu ile gorusme. Sodev yemegine katildim.

15.6: Tekstil-Is Baskani ziyarete geldi. SKY-Turk’de program.

16.6: Kanal A haber programi. ATV- Sabah grevcileri ziyaret etti. Grev onlugu hediye ettiler. Turan Eser ve Turgut Oker ziyaret ettiler.

17.6: Mecliste basin toplantisiyla istifamizi ve ozgurlukcu sol hareketin deklerasyonunu arkadaslarimizla birlikte ilan ettik. TV 24, TNT, TRT ve Haber-Turk gorus aldi. Partiye ve Meclis Baskanligi’na istifa dilekcelerimi yolladim. Bianet soylesi yapti. Mulkiyelilerde toplandik.

18.6: 15-16 Haziranla ilgili gundem disi konusma yaptim. Cem Tv ile gorusme. Ispanya Bask Partisi yoneticileri ziyaret etti. TRT, NATO uzerine cekim yapti. Newsweek gorus aldi.

19.6: Star gorusme yapti. Disisleri Bakani Ahmet Davutoglu ile havaalaninda gorusme. Venezuela Buyuk Elcisiyle Amsterdam’daki Bolivarci devrim ile dayanisma toplantisina katildik.

21.6: Parlamentolararasi Venezuela Dostluk Grup Baskanvekili olarak kapanis konusmasi yaptim. Hollanda’daki devrimcilerin piknigine katildim. Pandora dergisi soylesisi yayinlandi.

22.6: Cumhurbaskani danismani ile Chavez’in Turkiye’ye davet isini gorustum.

23.6: Cankaya Dergisi ile gorusme. Fransiz Buyukelciligi’ndeki resepsiyonda gazetecilerle sohbet.

24.6: Danistay’da Efemcukuru koylulerinin altin madeni sirketine karsi actiklari davaya katildik. Mecliste basin aciklamasi. Haberturk’le canli yayin. Aksam roportaj yapti. Meclis calisanlari ile donem sonu yemegi.

25.6: Nufus ve Kalkinma Grubu toplantisi. Danismanimin raportor olmasina karar verildi. Yargitay’da Dev-Yol davasina katildik. Basin gorus aldi. “Devrimci Yol’un soylendigi gibi salt bir dergi cevresi olmayip, siyasi bir devrimci halk hareketi oldugunu ve bu devrimci degerlerin gunumuze de isik tuttugunu” televizyonlara ifade ettik. 32. Gun programinda asker-siyaset iliskisi tartisildi.

26.6: Besiktas’da, aralarinda Tekstil- Is Baskani’nin da bulundugu Esp davasina katildim. Nedim Sener’in Hrant’in kitabi ile ilgili acilan davasina katildik. Tumtis Baskani ve yonetim kurulu ile gorusme.

27.6: Koordinasyon toplantisi. Divrigi Dergisi ile soylesi.

28.6: Divrigi pilav gununde konusma. TTB Baskani Gencay Gursoy ve Disk Baskani Suleyman Celebi ile sohbet. Alper Tas’a basarilar diledim.

29.6: Yeni Harman ile soylesi. Hava-Is Sendikasi’nin yayinlarinin Meclise girisinin engellenmesi ustune soru onergesi verdik.

30.6: Gunduz Vassaf hak ihlalleri ve magduriyetleri uzerine bir uluslararasi toplanti onerdi. Haber-Turk’de Balcicek Pamir’in konugu oldum. Kamudaki engellilerle ilgili kadro kullanimi konusunda soru onergemize Bakandan yanit geldi. Meger 41 bin kadro bos duruyormus.

HASANKEYF'İN KEYFİ İYİCE KAÇMIŞ DURUMDA


Hasankeyif'te işler iyice çarbo... Bu ayın sonunda ise pandomima kopuyor... Bu konuyu geçen ay STGM danışmanları olarka Diyarbakır'da yaptığımız bir toplantıda ele aldık. Batman üzerinden ilçeye gittik. Dicle kıyısında sofra kurduk ve gene bu konuyu konuştuk... Aşağıda konuya ilişkin Radikal'de çıkan haber var. İlginizi çekecektir...
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Hasankeyf'e Ilısu Barajı'nın yapılması konusunda kararlı. Eroğlu, 'uluslararası kredi desteği sağlanamasa bile' barajın yapımının durmayacağını, bu durumda öz kaynaklarla inşaatın bitirileceğini söyledi

SERKAN OCAK

“Yeni Hasankeyf’in temelleri 30 Temmuz’da atılacak. ‘Tarihi korumaya çalışanlar’ bugüne kadar ne yaptı, bir yeri mi tamir etti? Beş kuruş faydası yok bu insanların. Laf laf laf...” diye eleştiren Eroğlu, Hasankeyf’in kurtulması için imza veren Orhan Gencebay, Tarkan ve Orhan Pamuk’u ise eleştirilerin dışında bıraktı: “Onlar iyi niyetli.”
Tarihi Hasankeyf’i sular altında bırakacağı gerekçesiyle yıllardır tartışma konusu olan ‘Ilısu Barajı’ için Avusturya, Almanya ve İsviçre’deki üç kredi kuruluşu kredi sağlayacaktı. Ancak bu üç ülke, kredi için Türkiye’nin önüne 153 kriter koymuş (biyolojik çeşitlilik araştırması, tarihi eserlerin planını çıkarılması, barajdan etkilenecek insanlarla istimlak koşulları konusunda anlaşma gibi...) ve Aralık 2008’e kadar da tarih vermişti. Aralık 2008 geldiğinde ‘kriterlerin yerine getirilmediği’ belirtilerek kredi askıya alındı. Türkiye’ye ek süre verildi. Ek süre 6 Temmuz’da doluyor. Ek sürenin dolmasına kısa süre kala hükümetin Ilısu konusunda atağa geçtiği anlaşıldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında 10 Haziran Çarşamba yapılan toplantıda, Hasankeyflilerin taşınacağı ‘Yeni Hasankeyf’ için 30 Temmuz’da temel atılma kararı alındı.
Radikal’in sorularını yanıtlayan Çevre ve Orman Bakanı Eroğlu, 6 Temmuz’a kadar bekleyeceklerini ancak gerekirse öz kaynakları kullanarak barajı yapacaklarını açıkladı:
“Daha hiçbir faaliyete başlanmadan ‘Kriterler yerine getirilmeli’ denildi. Ancak avans verilmedi. Avans verilince de süre bitti. 2008’de krediyi askıya aldılar. 6 Temmuz’da üç kredi kuruluşunun son kararıaçıklaması gerekiyor. Açıklamazsa iyi niyetli olmadıklarını düşüneceğiz. Kredi alınmazsa bile baraj kendi öz kaynaklarımızla yapılacak.”
Eroğlu, Hasankeyf’te baraj yapımına karşı olanları da sert bir dille eleştirdi: “Beş kuruş faydası yok bu insanların. Zeynel Abidin Türbesi var, onu mu tamir ettiler? Artuklu Köprüsü’nü mü onardılar? Hep laf, laf, laf... Yaygara yapanların maksadı başka. Atatürk Barajı için de bu yaygaralar yapılmıştı.”
Orhan Gencebay ve Tarkan’ın ardından Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk da ‘Hasankeyf Yok Olmasın’ kampanyası için imza atmıştı. Eroğlu, onları ‘yaygaracı’lardan ayırdı: “Aslında Hasankeyf’i korumaya çalışıyorlar. Tabii ki iyi niyetli bir hareket. Biz yeterince bu insanları bilgilendiremedik.”

‘Başbakan da inanamadı’
Bölgedeki tarihi eserlerin korunacağını, bunun için 25 milyon avro ayrıldığını belirten Eroğlu, Hasankeyf’le şu anda turist gelmediğini, ama projeyle birlikte bölgenin turistik çekim merkezi olacağını düşünüyor:
“Burası yeni Hasankeyf’e birlikte cazibe merkezi haline gelecek. Asıl turisti baraj yapıldıktan sonra göreceksiniz. Başbakan bile Yeni Hasankeyf’in son halini görünce inanamadı.”

24 Haziran 2009 Çarşamba

CEZAEVLERİNDEN MEKTUP VAR...

Bir buçuk aydır bu köşeyi unuttuk. Ama daha yoğun ve epeyce koşuşturmayı kolayladık... Bu kez bir mektup; yakıcı bir mektupla merhaba diyorum...

TEKİRDAĞ F TİPİ TUTSAKLARINDAN MEKTUP VAR
Belki az cok taniyorsunuz, belki de hicbir fikriniz yok. Belki de yasaminizin bir doneminde bizlerle kesisti yollariniz, belki bir arkadasinizdan biliyorsunuz ya da bir akrabanizdan dolayi taniyorsunuz bizleri.

Bu mektupta asil yazacaklarimiza gecmeden once bir de biz kisaca tanitalim kendimizi. Kimimiz on sekizindeyiz, kimimiz elli yasini gectik. Kimimiz issizdik, kimimiz muhendis; kimimiz isci, memur; kimimiz ogrenci, isportaci, esnafiz.

Neden burada yattigimizi da, neden hapishanede oldugumuzu, 'suc'umuzu da bilmek hakkiniz. Kimimizse 'Hapishanelerde Neler Oluyor? Bilmek Hakkiniz!' kampanyasi cercevesinde tutsaklarin yaygin olarak cesitli kisi ve kurumlara gonderdigi mektupta, bir cagrida bulunuluyor.
Bu mektup Tekirdag F tipi tecrit hucrelerinde tutuklu bulunan devrimciler tarafindan yazilmistir.

Sendikalarda, derneklerde, meslek odalarinda orgutlendik; kimimiz gecekondu yikimlarina direndik; kimimiz polisin terorune, baskisina, hukuksuzluguna karsi boyun egmedik, karsi koyduk. Ancak hepimiz, IMF'nin, Dunya Bankasinin somuru politikalarina, AB'nin ve ABD'nin kuklasi haline gelen, ulusal onurumuzu ayaklar altina alan iktidarlara karsi ciktik. Haklarimiz ve ozgurluklerimiz icin mucadele ettik.
Sonucta buradayiz.

Asil konumuza gelelim. F tiplerini ne kadar biliyorsunuz? Tecrit iskencesi nedir, hic duydunuz mu? Bilmiyoruz. Ama Almanya'daki Nazi kamplarini duymussunuzdur. Ya da bugunun dunyasinda ABD'nin Guantanamo'daki hapishanesini veya Irak'taki Ebu Gureyb hapishanesi' ni mutlaka duymus olmalisiniz. Iste ulkemizdeki F tiplerinin de o Nazi kamplarindan, Guantanamo ve Ebu Gureyb'lerden farki yoktur. Turkiye'deki F tipleri 19 Aralik 2000'de 28 tutuklunun yakilarak,
kursunlanarak olduruldugu, yuzlercesinin yaralandigi 'Hayata Donus' operasyonunun ardindan acildi. F tiplerindeki uygulamalar soyle:
- F tiplerine gelen herkes daha once elle ve elektronik cihazlarla defalarca aramadan gecirilmesine ragmen giriste atlet ve kulotunuz da uzerinizde kalmayacak sekilde cirilciplak soyulur.. Dayatilan bu onursuz ve ahlaksiz aramaya direnirseniz, dayak yersiniz.
- Hastane ya da mahkemeye gidip gelirken daha hapishaneden cikmadan gidiste BES, donuste BES kez olmak uzere tam ON kez aramadan gecirilirsiniz.
- Kaldiginiz hucreler TEK ya da UC kisiliktir. Tek kaliyorsaniz hic kimseyle, uc kisi kaliyorsaniz yaninizdaki IKI KISI disinda
-gardiyanlar haric- kimseyle konusamaz, kimsenin yuzunu bile goremezsiniz. Hastane ve mahkemelere goturulurken bile hucrelere bolunmus araclarla goturulursunuz.
- Mahkemeye sunacaginiz el yazisi savunmaniz once hukuki bir bilgi ve yetkiye sahip olmayan gardiyanlar tarafindan denetlenir. Gardiyanlar tarafindan 'sakincali' bulunmaz ve 'olur' denilirse dilekcenizi mahkemeye ulastirabilirsiniz. Yoksa el konulur.
-Avukatinizla gorusmeye giderken yaniniza kagit kalem almaniz yasaktir. Hucrenizden en fazla elli adim uzakliktaki avukat gorusune giderken, gidis ve donuste tam uc kez aranirsiniz.
- Bir haksizliga ugradiginizda verdiginiz dilekcenin akibetini bilemezsiniz. Isleme konulup konulmadigini ogrenmek icin bile dilekce ustune dilekce yazmak zorundasiniz. (Ek bilgi; dort yildir F tiplerinden verilen on binlerce suc duyurusu dilekcelerine ragmen ne uygulamalar degismistir, ne de keyfi dayatmalarda bulunan tek bir gorevli cezalandirilmistir. Keza gelen ve giden mektuplarimizin da akibeti belli olmaz, tipki dilekcelerimiz gibi.
- Acil ve hayati rahatsizliklari nedeniyle revire cikmak isteyip de 'doktor carsida', 'doktor uzmanlik sinavlarini kazanip gitti'
cevaplariyla doktor yuzu gormeden olenler veya bizzat 'doktor' tarafindan hastalarin kovulmasi F tiplerinin 'siradan' olaylaridir.
F tiplerindeki tecrit uygulamalarini daha da uzatabiliriz. Hem de sayfalarca. Ama gerek yok. Saniriz aktardigimiz bu birkac madde bile yeterince anlatiyor tecriti.
Ve simdi yeni Ceza Infaz Kanunu (CIK) ile butun bu yasadiklarimiz, maruz kaldigimiz tecrit iskencesiyle sessiz sedasiz hucrelerimize gomulmek istemiyoruz.
Yeni CIK'in tek bir maddesi degil, bastan sona butun maddeleri incelendiginde tecrit iskencesinin, hukuksuzlugunun yasal uygulamalar haline getirildigi gorulecektir. Bu mektubu, bilmediginiz, duymadiginiz ya da simdiye kadar da yanlis bilgilendirildig iniz F tipleri, tecrit ve Yeni CIK konusunda GERCEKLERI bir de bizden ogrenin diye yazdik. Ama sadece bu gercekleri bilesiniz, ogrenesiniz diye degil. Bu gercekleri baskalarina da aktarmanizi istiyoruz. F tiplerindeki tecrite ve bu tecriti yasal bir uygulama haline getirecek olan yeni CIK'e karsi cikmanizi istiyoruz.

Isterseniz once dile getirdigimiz bu gercekleri arastirin, sorusturun; biz burada soyledigimiz her cumleyi dilerseniz belgelerle, taniklarla kanitlayabiliriz. Bize yazmaniz, sormaniz yeterli. Ancak bu soylediklerimizin gercek olduguna inanir, ikna olursaniz bir sorumluluk da yuklenmis olacaksiniz. Her seyden once vicdanen, adalet duygunuza karsi bir sorumluluktur bu. Kendinize karsi duydugunuz ya da duyulmasini istediginiz sayginin zedelenmemesi icin bu sorumlulugu
yerine getirmelisiniz. 'Bana ne' dediginizde bilin ki, en basta insanliginizdan bir seyler kaybetmis olacaksiniz. Biliyoruz, belki agir bir itham oldu ama ne yazik ki boyle olacaktir. Dusunun Ve unutmayin, 20 Ekim 2000'de F tipleri ve tecrite karsi baslatilan olum orucunda simdiye kadar 123 insan oldu. 600'den fazla insan sakat kaldi. Belki ilk defa duydunuz, belki de gormek, duymak istemediginiz bu gercekle bir kez daha karsilasmis oldunuz bu satirlarla.

Sonuc olarak istesek de istemesek de, bir direnis yontemi olarak dogru ya da yanlis da bulsaniz, olumlerin yasandigi bir GERCEK'TIR. Ve bilirsiniz ki, kimse durduk yerde olmez, olemez. Tecrit denilen politikanin nasil bir sey oldugunu anlamaniz icin hatirlatmak istedik bunu da.BU MEKTUBUMUZLA BIR ZINCIR OLUSTURMAK ISTIYORUZ. Tecrit denilen karanlik kuyuda bogulmak istenenleri bogdurmamak icin uzatilan bir zincir olsun, bu zinciri olusturmak icin; Mektubumuzun
fotokopilerini cekerek tanidiklariniza, esinize dostunuza postalayabilirsiniz ; mektubumuzu internet ortaminda dagitabilirsiniz; sendikaciysani z ya da bir dernekteyseniz panonuza asabilirsiniz;

gazeteciyseniz kosenizde yer verebilirsiniz, haber yaptirabilirsiniz;

ev kadiniysaniz misafirlerinize okutabilirsiniz; esnafsaniz isyerinize asabilirsiniz ;

milletvekiliyseniz meclis kursusunden okuyabilirsiniz;

bu mektubu bir gazete ya da dnergide okuduysaniz kupuru kesip cuzdaniniza koyup yakinlariniza okutabilirsiniz. Kisacasi sozlu ya da bu haliyle yazili olarak elden ele, kulaktan kulaga BIR ZINCIR OLUP ulasmali bu gercekler.

Insan dusuncesinin baska ve zorla yok edilmesine karsiysaniz, iskenceye, haksizliklara ve adaletsizliklere karsiysaniz, insanin sadece mezarda yalniz kalabilecegine inaniyorsaniz ve TECRIT denilen bu silahin bir gun size de yonelmesini istemiyorsani z BU ZINCIRE BIR HALKA DA SIZ EKLEYIN! F tiplerinde tecritin kaldirildigi, olumlerin durduruldugu gunlerde gorusmek umuduyla hoscakalin.

*TEKIRDAG F TIPI HAPISHANESI' NDEN DEVRIMCI TUTSAKLAR*

8 Mayıs 2009 Cuma

İYİ BİR EKONOMİST ARIYORUM... GERÇEKTEN...


EKONOMİ ÜZERİNE !...
Mevsim yaz, aylardan Ağustos ayı. Riviera kıyısında küçük bir kasaba, yaz sezonu, ancak yağmur yağıyor, yani kasaba bomboş. Herkesin borcu var ve kredi ile yaşıyorlar. Şans eseri bir otele zengin bir Rus geliyor ve resepsiyona 100 $ bırakıp, odaya bakmaya çıkıyor. Otel sahibi parayı hemen alıp, et marketine olan borcunu ödüyor. Market sahibi 100 doları kaparak, hemen toptancıya olan borcunu vermeye gidiyor. Toptancı büyük bir sevinçle parayı alıp, kriz nedeniyle kredili hizmet veren son defa birlikte olduğu fahişeye götürüyor. Fahişe parayı alıp aynı otele giderek oraya olan borcunu ödüyor... Ve o anda Rus müşteri odadan geri dönüyor ve odayı beğenmediğini söyleyip 100 $ parasını alarak kasabayı terk ediyor. Rus müşterinin bu ziyaretinden somut olarak hiç para kazanan olmuyor, ancak: TÜM KASABA BORÇ LARINDAN KURTULUYOR VE GELECEĞE ÜMİTLE BAKIYOR ... :))

7 Mayıs 2009 Perşembe

UFUK URAS'IN NİSAN AYI FAALİYET RAPORU


Ufuk Uras’ın Nisan Ayı Faaliyet Raporu da geldi. Yayımlıyoruz. Meclis'in tek sosyalist milletvekilinin yoğun temposuna dikkat edelim. Konuşan, dertlenen, kumpasçılık yapan, dükkancı solcuların, milletvekilimizin yarısı kadar çalışmalarını diliyorum...

1.4: Bir İrlanda gazetesi ile mülakat. Seçilen DTP’li belediye başkanlarını, Tunceli, Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkari, Van, Iğdır, Viranşehir’i kutladım. Ayvalık adayımızı ve Samandağ, Dikili ve Çamlıhemşin Belediye Başkanlarını kutladım. Ermeni vakfı seçimlerine şaibe karıştırıldığı iddiası üzerine yetkililerle görüştüm. CNN’de Reha Muhtar’ın programına katıldım.
3.4: İktisatçılar Haftasına katıldım. Gündüz Vassaf, Besim Üstünel ve Binnaz Toprak ile sohbet.
4.4: ÖSP toplantısı.
5.4: Beypazarı ve Karaşar köyünü ziyaret.
6.4: Barak Obama Genel Kurulda konuştu. Basın görüş aldı. Kütüphaneciler Derneği Başkanı ziyaret etti.
7.4: ODTÜ Uluslararası İlişkiler Klübü öğrencileri ile söyleşi. SODEV gençliği ziyaret etti ve erken evlilikler ile ilgili kampanyalarına destek istediler. Alp Selek’le Pınar Selek’in hukuki durumunu konuştuk. Mayıs’da Yaşam Kooperatifi ziyaret etti.
8.4: Mecliste TVler çeşitli konularda görüş aldılar.
9.4: İşçi partililer, İlkay-Necmi Demir’in oğlu Güneş’i dövmüşler, arayıp geçmiş olsun dedim. Kadın eşitliği komisyonundan, kadın vekil aday lehine çekildim.
10.4: Zihni Sinir‘in atölyesini ziyaret. Kanal A ile Kıbrıs Ergenekonu üzerine söyleşi. ATV ile bağlantı.
11.4: İstanbul Film Festivalinde İl Divo filmi, İtalyan Ergenekonu ile mücadele sürecini anlatıyor. Beyoğlu Sinemasının kapatılması konusunu görüştük.
14.4: Divriği Dergisi ziyareti. Sivas İl Başkanımızın ziyareti. Divriği’de oyların düşmesi değerlendirdi.
15.4: PirSultan Derneği Başkanı Fevzi Gümüş ile Mecliste görüştük. Necdet Saraç ziyaret etti. Şinasi Sahnesinde “Rita’nın şarkısı” oyunu. DTP operasyonları ve Ergenekon son dalgası ile ilgili basın açıklaması yaptık.
16.4: Meclis İçişleri komisyonuna katıldım ve 1 Mayıs tatili ile ilgili verdiğimiz yasa teklifi üzerine konuştum.
18.4: Cumartesi annelerine katıldım.
20.4: Hrant’ın davası. Oral Çalışlar ile davayı izledik. Basın görüş aldı. Rakel ve Fransa’dan gelen avukatlarla öğlen yemeği. Koordinasyon toplantısı. Üyesi olduğum Beyoğlu ilçe konferansı olmuş, haberim bile olmadı. Eskiden yazılı, sözlü çağrı yapılır, bütün üyelere ulaşılırdı.
21.4: DTP’nin İçişleri Bakanı ile ilgili, 62 ölüm hakkındaki gensorusu reddedildi.
22.4: Meclis kapısında çocuk evlilikleri üstüne SODEV’in eylemine katıldım. Uluslararası bir barış grubu ziyaret etti. Kesk Başkanı ve beraberindeki heyet ziyarete geldi. Çalışma Bakanını Disk ve Kesk başkanları ile buluşturarak Taksim konusunu görüştük. 1 Mayıs resmi tatil oldu. DTP’nin basın toplantısını ve oturma eylemini destekledik. Sabaha kadar Mecliste kaldık.
23.4: Meclis kütüphanesinde, TRT’nin Egemenlik Haftası canlı yayın paneline diğer partilerin temsilcileriyle katıldım. Genel Kurulda yaptığım konuşma, değişik çevrelerce olumlu karşılandı. Havaalanında Kemal Kılıçtaroğlu ile sohbet.
24.4: Taksim’de, “Çocuklar için Adalet” inisiyatifinin, tutuklu çocuklar için gerçekleştirdiği protesto eyleminde konuşma yaptım. TMMOB’da 1 Mayıs belgeseli çekimleri yapıldı. Momo –Kızkardeşim filmini izledik.
25.4: Şirin Cemgil’in cenazesine Ertuğrul Kürkçü ile gittik. Cemevinde bir konuşma yaptım. Deniz Türkali, Hale Soygazi, Yıldırım Türker ve Halil Ergün ile sohbet.
26.4. Kınalı Adası’nın muhtarı ile sohbet, Seçimlerde bizi destekleyince, çeşitli kesimler de onu desteklemiş, 700 oyla seçilmiş. Belediye Meclisi üyesi ve Adalar Belediye Başkanının danışmanı Raffi Hermon’la sohbet ve adanın sorunları konusunda bilgi alındı.
27.4: DSİP’lilerle sohbet. Koordinasyon toplantısı.
28.4: Genç sinema yönetmenlerinin ziyareti. Genel Kurul.
29.4: Yeşiller Partisi Başkanı Cem Özdemir, eşi, Alman gazeteciler ve Büyükelçilik temsilcileri ziyaret etti. Hukuk Fakültesi’nde Dekanı ziyaret ve “Yarınlar Bizimdir” inisiyatifinin panelini, Eğitim Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç ile gerçekleştirdik.
30.4: Ankara’lı bazı Partililerin ziyareti. 7. Paket kampanyasını yürüten yurttaşlar ziyarete geldiler. Basına açıklama yapıldı. Topladıkları imzaları Meclis Başkanlığına gönderdik.
1.5: Sabah Saruhan Oluç ile Taksim’e çıktık. Türk-İş heyeti ile karşılaştık. Onları kutladıktan sonra Pangaltı’ya geçtik. Heyetle gaz yiye yiye Taksim’e çıktık. Büyük mutluluk duyduk. Sky Türk, Kanal 24, Ntv görüş aldı. Akşam da Haber-Türk’ün programı vardı.

30 Nisan 2009 Perşembe

ÜÇ DENİZ ve TAMAS'dan TRUBADUR ŞARKILARI...

Dün gece (29 Nisan, cumartesi gecesi) 30 yıllık dostlarım Sevinç ve Ferda Ereren'in de Üç Deniz Topluluğu olarak katıldıkları bir Trubadur Şarkıları dinletisi izledim. Gene Üç Deniz Topluluğu'nun bir üyesi olan Dr. Erdal Şalikoğlu'nun yirmi yıla yakın bir zamandır birlikte müzik çalışması yaptığı Kobzos Kiss Tamas ile birlikte düzenlenen konserin adı; "Bin Yılın Rüzgarı / Trubadur Müziğinden Aşık Veysel'e" başlığını taşıyordu...
Bi'miktar akademik kıvamda konser oldu. Tamas, 10 kadar ezgiyi seslendirdi. 11-13. yüzyıl arası Güney Fransa'da ortaya çıkan ozanların (trubadurların) dillendirdikleri ve esasen 'ayıpça/yasaklı' şarkılardan ezgiler dinledik... Çoğunlukla asillerin söyledikleri ve yazdıklarıymış bu şarkılar. Arslan Yürekli Rişar'dan Portekiz Kralı 'Akıllı' filancanın şarkılarını dinledik. Carl Orff'un Carmina Bruna için esin kaynağı olan ezgilerinin orijinalinden üç eser dinledik...
Trubadur herkese kolay dinleme olanağı sunan bir tür değil... Kendinizi sahiden dinlemeye ve anlamaya vermelisiniz. Kolay değil, 1000 yıl öncesinin ezgileri... Müzikal dil ve cümleleri nedeniyle aşina olmadığımız bir tarz.
Ben çok severek; arkadaşlarımdan gurur duyarak ve zenginlendiğim hissiyle ayrıldım...

26 Nisan 2009 Pazar

KRİZ ORTAMINDA KİTAPÇI AÇTIK; ÜÇ DENİZ KİTAPÇI

Açılışımıza en önce üç yakın akrabam geldi. Üç güzel insan... Feryal ve ağabeyi Ayhan ile Duygu... Güzelce söyleşmek olanağı bulduk. Sağolsunlar...

Sevgili arkadaşlar, merhabalar. Üç arkadaş bir araya geldik ve krizin bizleri iyice sarsalamasının etkilerini azaltmak için; zaten hayat boyu meşgalemiz olan ‘kitap’ yeniden ‘işimiz’ olsun çabasıyla bir dükkan açmaya karar verdik. Her üçümüz de kitabı iyi tanıyoruz. Şimdiye değin ayrı ayrı kitapçı dükkanları da açmıştık… Okuyoruz, yazıyoruz ve ayıptır söylemesi kitabı (siz dostlarımıza) satmak istiyoruz… Kitaplarımız ‘ucuz kitap’; yayınevlerinden hayli çok sayıda kitap edinmeye girişip, bi’miktar ucuza alınca ucuza kitap satma olanağımız da olabilecek gibi… Ayrıca her türlü siparişinizi üç gün içinde getirebilme olanağımız da var. Yeni ya da sahaf kitabı… Ederi üzerinden buluruz… Ama kendi kitaplarımızın tamamı cidden kriz ortamıyla gırgır geçer gibi: On yıl öncesinin fiyatlarıyla kitap satıyoruz… Herkesi bekleriz efendim… Kadıköy’de meydanından Osmanağa Camii’ni geçip Boğa Heykeline doğru yürürken ilk sağ sokaktayız. Pavlonya sokak. Güzel bir bahar çiçeğinin adını alan sokağımızda başka kitapçılar da var… Hemen camiin arkasındaki ikinci han olan Nuhoğlu Hanın üst girişinde bizi göreceksiniz: Üç Deniz Kitapçı… Artık açığız ama bu hafta sonundan itibaren törenler; konfetiler ve havai fişekleriyle kitabı (ve kendimizi) uçurmak istiyoruz…
Sevgilerimizle
ÜÇ DENİZ KİTAPÇI (Adnan, Muzaffer Olça ve Erhan Cuma Ünay)

25 Nisan 2009 Cumartesi

YAŞASIN 23 NİSAN, NEŞE DOLAMIYOR İNSAN...

Bu habere yakışacak fotoğrafı başka yerde arayacak değilim :-)

ÖDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, 23 Nisan dolayısıyla TBMM'de yaptığı konuşmada, ülkenin "çok dinli, çok dilli, çok kültürlü, çok kimlikli ve elbette çok sorunlu bir coğrafyada" konumlandığına dikkat çekerek, yaşanan sorunların çözümünün siyasal zeminde mümkün olduğunu, Meclis iradesinin bu yönde hareket ederek taşıdığı sorumluluğun gereklerini yerine getirmeye çağırdı.

Uras'ın 23 Nisan dolayısıyla TBMM kürsüsünden yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:
"Yurttaşların bizden beklediği, güçlü bir demokratikleşme hamlesiyle ülkenin sorunlarını çözmektir"
"Dünyanın en zorlu coğrafyalarından birinde, büyük bir dünya savaşının ardından güç şartlarda ve nice canlar pahasına kurulan Cumhuriyet’in 85 yılını, onun kuruluşunu gerçekleştiren Meclisimiz’in 89 yılını geride bıraktık. Dileğimiz daha nice 23 Nisanları, barış, refah, mutluluk, özgürlük, kardeşlik ve demokrasinin hüküm sürdüğü bir ülkede, eşit koşullarda bir arada yaşamaktır.
Türkiye Cumhuriyeti, 20. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde, bir imparatorluğun enkazı arasından yükselerek, çok dinli, çok dilli, çok kültürlü, çok kimlikli ve elbette çok sorunlu bir coğrafyada kendine yer açmıştır. Meclis’in kuruluşundan bu yana gelişmeler kat etmiş ve dünya ülkeleri arasında önemli bir konum elde etmiş olmamıza karşın, bir başka açıdan, insan uygarlığının uzun macerası içerisinde halen emekleme dönemini yaşayan bir ülke durumunda olduğumuzu da ifade etmek abartılı olmayacaktır.
Hem Meclis ve Anayasa, hem de siyasi partiler sistemine dayalı demokrasi modeli bakımından, Birleşmiş Milletler çatısı altındaki birçok ülkeyle kıyaslanmayacak kadar deney sahibi ve birçok başlangıç sorununu geride bırakmış durumdayız. Ancak, bir devlet politikası olarak benimsendiği ileri sürülen “batılı demokratik ülkeler topluluğu içinde yer almak” hedefinin epey uzağında bulunduğumuz da bir gerçektir.
TBMM’nin halk iradesinin tecelli ettiği kurum olduğuna dair ortak bir söylem genel kabul görse de, yetkilerini layıkıyla kullanabildiği hala çok tartışmalıdır. Sık sık askeri darbelere veya muhtıralara muhatap olduğu gibi, kendi uhdesinde bulunan demokratik bir anayasa yapma yetkisini bile tam olarak kullanamamaktadır. 29 yıldır Türkiye’nin örtülü vesayet rejimi altında yaşamasına neden olan, 12 Eylül 1982 Darbe Anayasası’nı esastan değiştirmek hala mümkün olmamıştır. Bu militarist özlü Anayasa’yı değiştirme yönünde bazı sınırlı adımlar atılmıştır. Ama bu görevin esası halen önümüzde duruyor. Bu dönemin milletvekilleri ve partileri olarak, Türkiye’nin siyasal tarihinde anlamlı bir iz bırakmak istiyorsak, bu Anayasa’yı değiştirme konusunda bahanelere sığınmadan, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte harekete geçmeliyiz.
“Az hukuk devleti, üzerine birazcık demokrasi” anlayışı ile Türkiye olsa olsa yeni sorunlar yaşar. Az demokrasili cumhuriyet de, az demokrasili laiklik de Türkiye’ye uymaz. Yurttaşların bizden beklediği, güçlü bir demokratikleşme hamlesiyle ülkenin sorunlarını çözmektir.
Elbette Anayasa değişikliği denilince ilk akla gelen, siyasal rejimin her türlü vesayetten kurtarılmasıdır. Türkiye demokrasisinin “kendine has” bir yönü olduğundan söz edilecekse, bunun da ne yazık ki bir vesayet demokrasisi olduğunu artık kabul etmeliyiz. Meclis’ten beklenen kararlılık ve cesaret bu noktada gösterilmelidir. Seçimle gelip seçimle gidilen, açıkça denetlenebilen ve hesap verebilen kurumlar sistematiğine dayalı, yasama, yürütme, yargı ve askeriyenin çarpık ilişkisinden kurtarılmış bir demokrasiye kavuşturulmalıdır.
Anayasa değişikliğinden söz etmişken, vatandaşlık kavramımızın mevcut haliyle tarihimizden devraldığımız büyük bir sorunun, yani Kürt Sorunu’nun demokratik ölçüler içerisinde, eşitlik temelinde ve barışçı yollarla çözümüne hiçbir katkıda bulunmadığını da açıkça görmeliyiz. Bu konudan çok çektik. Çok insanımızı kaybettik. Kendi aramızda demokratik yollardan çözmeyi beceremediğimiz için, dış müdahalelere açık hale geldik. Bin yıldır bir arada yaşadığımız insanlarımızın bir bölümünün dilini, kültürünü, kimliğini bir türlü içimize sindiremedik. Onlara kendi kafamıza göre kimlikler uydurmaya kalktık. Bu tür garipliklerle yıllar kaybettik. Şimdi Kürt’e Kürt demeden, kendi dilini konuşmasını, öğrenmesini, yazmasını, hayatın her alanında kullanmasını sağlamadan, bunun anayasal ve yasal güvencelerini ortaya koymadan daha fazla adım atamayacağımız belli değil mi?
O halde, herhangi bir etnisiteyi ima etmeyen bir anayasal vatandaşlık tanımı getirmeli, herkesin kendi dilini ve kültürünü öğrenmesi, öğretmesi, kullanabilmesi için modern dünyanın bulduğu çözüm yollarının bizde de uygulama alanı ve fırsatı bulması için gerekli anayasal ve yasal adımlar gecikmeden atılmalıdır.
Alevi yurttaşlarımız da halen son derece haklı beklentiler içindedir. İlköğretimde din dersleri mecburiyeti, bütün tartışmalara ve yargı kararlarına rağmen hala sürdürülmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı bugünkü adaletsiz yapısı ile tartışmanın tam göbeğinde yer almaktadır. Bu sorunda da çözüm adımları atılamamaktadır.
Artık Kürt ve Alevi yurttaşlarımızın kültürel talepleri ve hakları insanlık tarihinin bu konudaki kazanımlarına denk gelecek şekilde düzenlenmelidir. Yapılacak demokratik düzenlemeler Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatmaz; tam tersine bağımsızlığın da, egemenliğin de, demokrasinin de Cumhuriyet’in de güçlenmesine yol açar. Herkesin ‘gönüllü yurttaş’ olmasını sağlar. Bir arada yaşama iradesini güçlendirir.
Bu konuların önemi ve aciliyeti ortadayken, başarılı bir yerel seçim geçiren DTP’ye karşı bütün Türkiye’de sürdürülen operasyona değinmeden geçmek mümkün değil. İktidarın niyetinin sorgulanmasına neden olacak kadar zamanlaması dikkat çekici bir operasyonla karşı karşıyayız. Adalete intikal etmiş bir konu olduğu için, üzerinde derinlemesine mülahazalarda bulunmak mümkün değildir. Ancak bu adımın, önümüzdeki aylarda Kürt Sorunu’nda içine girilmesi öngörülen yeni mecraya dair, her türlü barışçıl umut ve beklentiyi tersine çevirdiği aşikardır. Diyarbakır’ı “fethetmeye” girişmek, bölgedeki seçim sonuçlarını “Ermenistan sınırına dayanmış bir risk” olarak yorumlamak ne kadar hatalıysa, Kürt Sorunu’nu adli bir mesele haline indirgemeye devam etmek de o kadar hatalı olacaktır. Ne Kürt yurttaşlarımızın ne de Türkiye toplumunun meselenin bu tür yollarla hallolacağına dair hiçbir inancı yoktur. Kürt Sorunu’nun çözümünde son derece önemli bir partner, bu çatının altında şu sıralarda oturuyorken, konuyu savcılara, askere, ABD’ye havale etmek, aklın, vicdanın ve siyasal mantığın kabul edebileceği bir şey değildir. Kimlikleri tek tipleştirmenin, asimilasyonun, askeri ve polisiye tedbirlerle sorunu çözermiş gibi yapmanın zamanı çoktan geçmiştir.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,
Son aylarımızı yoğun olarak meşgul eden bir başka önemli konu da, yine adalete intikal etmiş olan Ergenekon Davası’dır. Bu davanın kapsamını elbetteki görevli savcılar çizecektir. Bizim ilgilendiğimiz yönü, bu davanın Türkiye’nin yarım yüzyıllık tarihinin karanlık yönleriyle olan ilişkisi, devamlılık ve sistematik bir bağ gösteren korkunç muhtevasıdır.
Bildiğiniz gibi Türkiye, son elli yılının siyasal ve toplumsal hayatını olgun bir demokrasinin olağan ve durağan iklimi içerisinde geçirmiş bir ülke değildir. Özellikle, NATO’ya girişini takip eden yıllardan itibaren, siyasal süreçleri olağan dışı müdahalelerle rotasından çıkan, yasal düzlemde görünmeyen kimi odak ve çevrelerin karmaşık ilişkiler ağı içerisinde, kanlı olayları sahnelediği ve belli projeksiyonlar altında oradan oraya sürüklediği bir ülke olmuştur. Her türlüsünden darbeler ve muhtıralar birbirini kovalamıştır. Mahiyeti ve gerçek sorumluları bir türlü ortaya çıkmayan, siyasal suikastler ve kanlı olaylar sahnelenmiştir.
Bu karmaşık ve karanlık ilişkiler ağı içinde, devletin üniformalı ve üniformasız, silahlı ve silahsız kimi kurum ve mensuplarının da yer aldığı, yıllardır belgeli ve belgesiz şekilde ileri sürülmektedir. Son 10 yılımızda bu konular daha fazla konuşulur ve tartışılır olmuştur. Seçimler yoluyla iktidara gelenleri, arkasına sivil toplum kurumlarının ve koşullandırılmış halkın desteğini alarak asker zoruyla iktidardan düşürme hedefini güden projeler, “Günlükler” adıyla basına düşmüştür. Olayın bunlarla sınırlı olmadığı, infial yaratacak olayların da planlandığı herkesçe bilinmektedir.
Bu dava, devlet kurumları ve sivil toplum açısından, yıllardır hesabı verilmeyen ve vicdanları ezen ağırlıklardan kurtulma fırsatıdır. Gerçek manada denetlenebilir, demokratik ve şeffaf bir devlet yapılanması ve hesap veren bir rejim inşa edilebilmesi bakımından geçilmesi zorunlu hale gelmiş bir köprüdür. Siyasal ve toplumsal hayatımızı kuşatmış, ardına devlet gücünü almış, hukuksuz ve kanlı habis bir urun, bünyeden atılması gerekir. O nedenle, bu konuyu sağcı-solcu, şeriatçı-laik, AB’ci-ulusalcı, diktatör-özgürlükçü gibi saflaşmalara kurban etmemek, büyük ölçüde bu Meclis’in çatısı altında toplananların elindedir.
Çetelere, derin devlete, darbecilere, Gladyo’ya veya suç örgütlerine karşı soruşturma yürütülmesi, bunların yargılanması ve cezalandırılması on yıllardır dillendirdiğimiz bir taleptir. Ancak Ergenekon ve benzeri örgütlenmelerin tasfiyesinin nasıl yapıldığı en az tasfiyenin kendisi kadar önemlidir. Bu tasfiye hukuk içinde, demokratik yollarla yapılmalı, yeni hukuksuzluklar yaratılmamalıdır. Onlarca yıldır sola ve toplumsal muhalefete reva görülen baskıcı, hukuksuz ve anti demokratik yöntemlerin uygulanmasına göz yumulmamalıdır.
Evet, insanların haksızlığa uğramasına, teşhir edilmelerine, siyaseten karşı karşıya gelinen çevrelere gözdağı verilmesi anlamına gelen uygulamalara, halen mali ve özellikle de siyasi ayaklarına dokunulmamasına, demokratik hukuk ilkelerinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının ve kararlarının çiğnenmesine ve hırpalanmasına izin vermeyelim. Daha davanın kendisi sonuçlanmadan, halkın vicdanında kaybedilmesine yol açmayalım. Meclis olarak, savcılık ya da avukatlığa soyunmayı bir yana bırakıp temsil ettiğimiz halkın vicdanı olalım.
Yakın tarihimiz de gösterdi ki, Türkiye toplumu fikir mücadelelerinin kör dövüşüne dönüştürüldüğü demokrasi dışı darbe dönemlerinden çok çekmiştir. Meclis iradesi bu tür dönemlere ve girişimlere yol vermeyecek kararlılığı ve yaratıcılığı bugün mutlaka göstermelidir. Bu konuları örtbas etme yerine araştırılmasına önayak olmalıdır.
29 yılın ardından Meclis’in 1 Mayıs’ın Emek Bayramı olarak kutlanması ve bu amaçla tatil edilmesi için gösterdiği çaba da önemlidir. Elbette işçiler 1 Mayıs’ı coşkulu şekilde kutlayacaklar, ama ülkenin ekonomik durumunun parlak olduğunu ileri süremeyiz. Geçen yıl dünya mali krizinin ilk dalgaları Türkiye’yi vurmaya başladığında, gelişmelere dikkat çekmiş ve özellikle toplumumuzun iktisaden en zayıf ve güçsüz kesimlerinin hak ve çıkarlarının korunmasına hükümetin özel çaba göstermesi gerektiğini ifade etmiştim. Geçen süre ne yazık ki aksi yönde gelişmelere sahne oldu ve giderek derinleşen kriz emeğiyle geçinenlerin bütün hayatlarını alt üst etti. İşten çıkarmalar ve işsizlik artık rekor kırıyor. Çaresizlikler cinnetlere yol açıyor. Alınan tedbirlerin hemen hiçbiri bu kesimlerin zor hayatlarını olumlu yönde değiştirmeye hizmet eden şeyler değil. Tek gelir kapısı çalıştığı iş olan milyonlarca insan umutsuzluğa terk ediliyor.
Bu bakımdan umuyorum ki, krizin faturasını yoksulların ve emekçilerin sırtına yıkmanın uluslararası şampiyonu IMF’ye bir kez daha ekonominin dümeni teslim edilmez. Çünkü IMF, yoksulların, işsizlerin ve çalışanların içinde bulunduğu güç şartları değil, kendi borç verdiği paranın faiziyle birlikte tahsilini esas almakta, bunun için devletin sosyal sorumluluklarını bir yana bırakmasını istemekte ve kamu harcamalarının sınırlandırılmasını talep etmektedir. Halkın dilinde bunun karşılığı “Bütün faturayı halka ödetmektir.’’
Türkiye’nin tarihten devraldığı sorunların kimi belli bir zaman dilimi içerisinde çözüme kavuşsa bile, bazıları daha sancılı olarak varlığını sürdürüyor. Ermenistan’la ilişkilerimiz de böyledir. 1915’de yaşanan ve insanlığın taşımakta güçlük çekeceği ağır olaylar, bu küçük ve yoksul komşumuzla ilişkilerimizin olağan bir mecraya girmesini hep önlemiştir. Bu tarihle yüzleşmenin yakıcılığı, iktidarları etkin tutumlar geliştirmekten alıkoymuştur. Her 24 Nisan geldiğinde, bazı ülkelerin alması muhtemel tavır Türkiye’de hep gerilime neden olmuştur. Bu tablonun artık değişmesi gereklidir. Cesur adımların atılmasına ve güçlendirilmesine ağırlık verilmelidir. 1915 ortak acısının 94. yılında sınır kapılarını açalım ve tarih ve kültür bakımından bir çok şeyi paylaştığımız Ermenistan’ın kardeş halkıyla yeniden kucaklaşalım. Elbette bir komşu ile olan ilişkilerin düzeltilmesi, diğer dost ve kardeş ülkelerle ilişkilerin bozulması üzerine inşa edilemez. Bu bakımdan Azerbaycan’la münasebetlerimizin güçlenmesi ve geliştirilmesi için de azami çaba göstermeliyiz.
Bizim de çocuklarımıza, genç ve gelecek nesillere mutluluk, refah, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet içerisinde yaşayan bir toplum ve ülke bırakma sorumluluğumuz var. Bu çatı altında aldığımız her kararın ve çıkardığımız her yasanın Türkiye’yi böyle bir hedefe ne ölçüde yaklaştırdığını sıkı sıkıya takip etmek ve gereğini yerine getirmek yükümlülüğüyle karşı karşıyayız.
Bu vesile ile TBMM’nin yurttaşlarımızın gönlündeki saygın konumunu daha da geliştirecek ve güçlendirecek gelişmelere imzasını atmasını diliyorum...

18 Nisan 2009 Cumartesi

İRAN CAMİİNİN MÜDÜRÜ İLE PAPAZ OLDUK...

Geziyi BirGün'e yazacak olan Dr. Sadreddin Apaydın... Tiflis sokaklarındayız...

Blog durgunlaşmış ve okurlar da mahsunlaşmış(mış)... Ehh, kolay mı Gürcüstan'ı baştan başa dolaştık... Yazısı aşağıda başlıyor... Metin bütünleşik bir metindir. Okuyup aşağı inin ve öylece bitirin... Fotoğraflarda ise hafif bir çuvallama var. Gecenin bir vakti yaptığım için, yorgun ve bezgin halde, bu kadar olabildi. Özür diliyorum... Umarım, önümüzdeki yaz Azerbaycan'a da gidebilirim ve Ermenistan, Gürcüstan ve Azerbaycan'ı 'Kafkasya Gezileri' kitabımda toparlarım. Çünkü iki ülkeye ilişkin geniş yazılar bitti... Durum budur...
Yandaki fotoğrafta İran Hamamı ve İran Camii'ni görüyorsunuz... Aşağıdaki binada bedenlerini, yukarıdaki yapıda da ruhlarını temizliyorlar (herhalde)...
Girdik camie. Bir müdür karşıladı. İyi bir pozisyon ama herif yanlış herif. Bana afra tafra yaptı. Atıştık. Bağırdım adama. Cami ikiye bölünmüş vaziyette ve 'Ben -daha önceki imamdan aldığımız bilgiye göre- burada Sünniler ve Şiiler ayrı ayrı namaz kılarlarmış' deyince, afralandı. Bir torba lafı da yüklendi oturdu...

HADİ BAKALIM, GÜRCÜSTAN'A YOLA ÇIKIYORUZ

Gori'ye Stalin'in doğduğu şehre uğradık... Batum-Tiflis yolunun tam ortasında. Yol boyunca böyle çömlek satış yerleri vardı. Otobüs yanaşınca binalarda duran yaşlı hanımlardan 30 kadarı çıkıp satış umuyorlardı... Aşağıda yandaki fotoda Stalin'i görüyorsunuz... Doğduğu kent Gori'de... Bir tür Umre Ziyareti sayınız...

Bir grup gazeteci ve turizmci ile birlikte Gürcüstan’ın Acara Özerk Bölgesi Cumhuriyeti’nin davetlisi olarak; bu kadim ve güzel ülkeye gittik… Yönetim yapısından söz etmeliyim: Bizi davet eden Teimuraz Diasamidze, Turizm ve Tanıtma Şubesi Genel Müdürü olarak anılıyor ama muhatap olunduğunda ‘Sayın Turizm Bakanı’ diye, hitap ediliyor. Benzeri titrlere sahip şube müdürlerinin tamamı da Acara Özerk Bölge Cumhuriyeti’nin bakanı mevkiinde… Devlet Bakanı olarak tanımlanan ama gene Acaralılar’ın resmen Devlet Başkanı saydığı kişi ise Levan Varshalomidze… Turizm Bakanı 32 yaşında, başkan da 37 yaşında… Sovyetler’den kalma alışkanlıkla yaşlı yönetici aramamalı; çünkü, her düzeyde kesinlikle gençler egemen… Acara’nın başkenti Batum’da da, Gürcüstan’ın başkenti Tiflis’de de… Beş yıldır çıkarılan ve kesinlikle uygulanan yasalarla, halkın da büyük desteğini alan Saakaşhvili hükümetinde yaşlı-başlı kimse yok gibi. Mafya silinmiş ülkeden. Yüzlercesini gördüğümüz otobüs ve kamyonların şoförlerinden ve iş yapmaya gelen çevrelerden öğrendiğimiz kadarıyla beş yıldan önceki dönemlerde sınırdan itibaren arabaları durduran ve gidilecek yere kadar eşlik eden ‘kanarya’ nitelemesiyle anılan eli silahlı mafyadan gençler, yüz dolardan başlayan fiyatlarla tarife çıkarırlarmış… Gece hava karardığı andan itibaren sokaklarda kimse durmazmış… En küçük para miktarına insanların öldürülmesi şaşırtıcı değilmiş… Şimdi kimse kimseyle kavga etmeyi bile aklına getirmiyor, çünkü her iki taraf için de 7’şer yıl hapsi var… Düzen bozucu hiçbir girişime prim verilmiyor…

HER YERDE SANATIN İZİ ÇOK GÜÇLÜ BİÇİMDE...

Bu binalardan yüzlerce var. Renk, renk... Sovyetler zamanında yapılmış toplu konutlar. Aşağıdaki heykelcikler ve anıtlardan da yüzlerce var...

Yüzlerce yılda onlarca kez işgale uğramış böylesine eski topraklarda pek çok döneme ilişkin derin izler kalmış… Tarih kokan bu ülkede sanatın da izini her yerde ama her metrekarede görmeniz, bu değerli coğrafyayı kalıcı ve sahici kılmış… Daha Sarp kapısından içeri (yürüyerek) girdiğimizde, herkesin pasaport kontrolünden geçip gelmesini beklerken küçük meydanı çevreleyen dükkânların arka duvarlarında 2. Dünya Savaşı’na katılan askerleri anmak için yapılan rölyef üzerinde; yaşananların halk üzerindeki etkileri vurgulanmış… Gene bir diğer yanda ise Sarpi köyünden savaşa gidip ölen askerler, fotoğraflarıyla birlikte gösteriliyor…
Artık yoldayız ve fotoğrafçılar için büyük mutluluk. Bir düğün alayı var önümüzde… Kiralık bir Limuzin’den inen gelinle damat ve birkaç arabadan dökülen şık kadınlar ve adamlar… Hemen sağ yamaçtan coşkunca akan orta boy bir şelalenin döküldüğü noktada da bir heykel… Gürcüstan Hıristiyanlığının kurucu iki önemli kişisinden Aziz George burada ve halk arasındaki ritüel yerine getiriliyor… Ziyaret, fotoğraflar ve hızla başka bir noktaya hareket. Hemen iniyor, biz de fotoğraflama işlemine girişiyoruz. Olur olmaz her pozisyona objektif uzatan spor muhabiri gibiyiz. Topluca koşuşturuyoruz. Konvoy önde biz arkalarında Batum’a doğru gidiyoruz…
Kente girebilmiş değiliz. Gonio Kalesi’nde mola verdik. Bizim düğüncü kafile de orada. Kral Kolho’nun erkek çocuğunun burada yaşamış olması nedeniyle yapılan bir kale. M.Ö. 7-8. yüzyıllara tarihleniyor. Gonio Apsoros Kalesi’nden çıkıp 6 gün boyunca geceli gündüzlü hep yağacak olan ilk yağmur taneleri eşliğinde başkente doğru yola çıkıyoruz…

BATUM KENTİ 100 ÖNCE PLANLANMIŞ... MÜTHİŞ


Üç gün Batum’da üç gün de Tiflis’de olacağız… Otele yerleşip, yakın çevreye dağılıyoruz… Otelden dışarı kapağı atan kendini İlia Chavchavadze Devlet Tiyatrosu’nun görkemli binasının önünde buluyor… Tiyatroya adını verdikleri Chavchavadze eski bir yazar ve adı kenti bir uçtan diğer uca kesen önemli bir bulvara da verilmiş… Zaten yazar ve şairlerin adları kentin her yerinde… Puşkin ve Mayakovski caddeleri var. Gene çok eski dönemlerde yaşayan yazar Rustaveli caddesi ve Picasso ile kıyaslanan Pirosmani caddesi. Ünlü Gürcü asıllı Rus besteci Borodin nedense es geçilmiş, ama Çaykovski caddesi var… Bu arada futbolcu Shevchenko adı ile Paris Komünü caddesi de var…

ÇAKIRKEYİF KAFAYLA POLİTİKA NUMARALARI

Burasının bu bölümdeki yazıyla ilgisi yok. Turizm Meslek Okulu da bize bir sofra hazırladı. En güzeli buradaydı... Gene kadeh kaldırıyoruz... Konuşan müdür, sarışın hanım da rehberimiz Nona... Burasının fotosunu ise epeyce aşağıda bulacaksınız... Olur böyle şeyler :-)

Makinelere pil lazım olunca bakkal aranmaya başladık. Azıcık yürüdük ki, epeyce yüksek tavanıyla bir köşede tek başına duran bir bakkal gördük. İçeride onlarca rölyef, altın yaldızlı büyük aynalar ve tavan olduğu gibi dini öyküleri anlatan sarmal ikonlarla bezeli… Bakkal ise bildiğimiz bakkal gibi ama sadece gibi… Bin çeşit –bir kısmı Türkiye’den- bisküvi var… Zaten henüz market olamamışsa, çoğu bakkalda bisküvi çeşitleri gibi ıvırzıvır türünden ürün ile kesinlikle bolca içki var. Başka bir şey yok ama muhabbet var… Bakkala girince, arkada bir köşede yüksekçe yuvarlak bir masa ve etrafında bakkalı işleten ailenin bütün bireylerini gördük. Çok sayıda meze ve ev yapımı votka ile şarap var… Büyük baba, baba ve kadınlar ile iki delikanlı, hep birlikte içip muhabbet ediyorlar. Pil yok, gelin içki var dediler. Çekinerek yanaştık. Böylece bütün seyahatimiz boyunca kahvaltı masaları da dahil olmak üzere soframızdan (ve hayallerimizden!) hiç eksik olmayacak içki muhabbeti başlamış oldu. Közde patlıcan, üzerinde cevizli bir sos ve onunda üzerinde nar taneleri; kıyılmış halde bulduğumuz müthiş lezzetli bir enginar salatası; beyaz ve isli peynir, elbette patates tava ve yeşillik demeti… Laf olsun torba dolsun kabilinden lafa daldım. Caddenin adı K(onstantin). Gamsakhurdia üzerine sohbet açtım… Hristiyan laz diye tanımladığımız Megrel halkının önderlerinden. SSCB’nin son Dışişleri Bakanı Edvard Şavardnazde göreve geldiği sırada çıkan çatışmalarda öldürülen lider ise Konstantin’in oğlu. Şimdilerdeki muhafetin önderi de bu tarihi kişiliğin torunu… Kuruluş günleri olan 9 Nisan’dan başlayarak 9 gün boyunca geceli gündüzlü miting yapan muhalif kesimin lideri de aynı aileden geliyor… Destek buldukları söylenemez. Bu nedenle bakkalda hafifçe demlenen heyet canlanıyor ve kadınlardan biri ‘Megrel diye bir şey yok, herkes Gürcüdür’ kabilinden bir şeyler söylüyor. Gülümseyerek… Çakırkeyif olmanın rahatlığıyla ve bir gerçeğin altını hafifçe çizerek… Karşılıklı olarak tek kelime dil bilmeden 45 dakika muhabbet ediyoruz. Habire kadeh yuvarlıyoruz. Henüz paramızı yerli para birimi Lari’ye çeviremediğimiz için bir kuruşluk bir şey de satın alamıyoruz. Ertesi gün(ler)e buluşmaya söz verip bol bol fotoğraf çekerek ayrılıyoruz… Kentin alt yapısı değişiyor. Bütün sokaklarda büyücek iş makinaları ve işçiler çalışır durumda. Bir kiliseye giriyoruz…

ON YILLARCA DİNDEN UZAK DURUNCA, COŞMUŞLAR

Kapadokyalı kadın misyoner Saint Nino, bölgeye gelip hıristiyanlığı yaymış... Sovyet ülkesi olunca da din falan yasaklanmış. Rehber, 'Ateistler ve komünistler yıktı' deyince, 'One Minute' dedim. 'Ben her iki kesimi de temsil ediyorum. Üstelik dağ-taş kilise. Hepsi yerli yerinde' deyince, bizim taksiciler gibi hemen benden oluverdi. İşi şakaya vurdular... Keratalar...

On yıllarca dinden uzak dur(durul)unca büyük çoğunluk artık kendini dine vermiş durumda. En faal binalar kiliseler ve her yerde ciddi bir dindarlık görmek olası. Bir tek ürünün satıldığı özel çarşılar gibi burada da dini malzemelerin; kitapların, küçük ikonların ve benzeri malzemelerin satıldığı dükkânlar bir aradalar ve hayli ilgi görüyorlar… Bütün seyahatimiz boyunca onlarcasını gördüğümüz ve pek çoğuna da içine girdiğimiz için aynı cadde üzerinden bulunan ama adını not almadığımız kiliseye giriverdik. İçeride çocukların koral etkinliğinin provası bitmiş. Aileleriyle ve papazla sohbet ediyoruz… Ertesi günkü akşam ayini ve iki gün sonrası için -Kutsal Cuma’ya- hazırlanıyorlarmış… İsa’nın Kudüs’e gelişinin anıldığı ve yere şimşir yaprakları (o dönem defne yaprakları) serildiği özel gün. Bu ritüeli mümkünse 7 kilisede izlemek önemli ve değerlidir, diyorlar… Gene kolay fotoğraflar ve içten yolculamalarla otele, yemek faslına koşuyoruz…

HER ÖĞÜN 10 KEZ KADEH KALDIRDIK: GAO MARCOS... ŞEREFE DİYORUZ BİRBİRİMİZE

Macahelli Nuri Köse kadeh kaldırıyor bu kez. Konuşmalar daima onore edici olacak... Karşısındaki yeşilli NTV'den Ahmet Kayacık

Burada yemek işi tamamen ikinci planda sanki. Çünkü henüz ilk lokmayı gövdeye gönderemeden davetin önemli kişisi kalkıyor ve kadehini günün; o anın ve grubun değerine vurgu yapılacak bir yönüne kadeh kaldırıyor. Topluca şerefe diyoruz: Gao Marcos. Bunu her yemekte ortalama 10 kez yapıyoruz. Topluca kadeh kaldırma işi, çok aşina olduğumuz bir hale geldi. Öğlen ve akşamları 100 civarında Gao Marcos demişizdir… Sanki asıl işimiz konuşmalar yapmak ve içkilerimizi yudumlamak ama araya bi’miktar da yemek konmuş gibi… Masa bahane, muhabbet şahane… Doğrusu yemeklerde pek seçme şansımız yoktu ve gerek de yoktu… Aynılık bi’miktar bezdirici de olsa, bunca insanın toplu hareketi sırasında seçimli yemekleri hazırlamak hem zaman hem de fazladan para demekti. Davet sahipleri doğru davranarak; bizlere, soğuklardan oluşan çok zengin bir meze olanağı ile çılbır, dana haşlama ve tavuk kızartma ile mantar sundular… Unutmadan söylemeliyim; herkesin ısrarla ve özlemle beklediği Haçapuri de vardı. Yani peynirli pide ve mısır ekmeği… Tabii açık ve leziz şaraplar eşliğinde…

MÜZELER VE BÜYÜK BOTANİK BAHÇESİ (ORMANI)

Yeni kitapçı dükkanım(ız) Kadıköy'de Pavlonya sokakta olunca; Botanik Bahçe'de bulunan pavlonya ağacı önünde fotoğraf çektirmek şart oldu. Yanımda, yazı yazmaya başladığım DoğaKaradeniz dergisinin editörü Arzu...

Acara beşe bölünmüş; Khelvachauri, Kobuleti, Keda, Shuakhevi ve Khulo… Batum’un sahil bölgesinde ve Özgürlük Meydanı’nın hemen yamacından hareketle Acara Devleti Tarih ve Doğa Müzesi’ne gidiyoruz. Haliyle bir rehber eşliğinde geziyoruz… Acara’nın 1809’da kurulduğunu öğrenirken etnografik ve tarihi bilgiler almamız sürüyor: Doğusu’nda Arsiyani dağı var, Kanlı dağ ise en yüksek dağı (2990 m.)… En batısında ise Şavşati Dağları var. Dört katlı geniş ve son derece iyi düzenlenmiş müzede 150 bin obje sergileniyor ve arşivlenmiş durumda. Doğa müzesi de aynı yapı içinde olunca Karadeniz’de 147 tür balık çeşiti olduğunu ve 200 metrenin altında hayat bulunmadığını öğreniyoruz. Bizim bildiğimiz ise, genellikle 40 metrenin altındaki zehirli ve yoğunlaşmış metan gazı bulunduğu yönünde. Rus Harbi (1887-88) sırasında yıkılan kent 1898’de planlanmış. Birbirini kesen bulvar ve caddelerle, onları bağlayan sokakların düzgün bir yerleşimi söz konusu. 350 kilometresi Türkiye’de, 26 kilometresi de Acara içinden akıp Batum’dan denize dökülen Çoruh Nehri epeyce alüvyon getirmiş. Bu bölgeyi düzenlemişler. Zaten İspani 1 ve 2 olarak adlandırılan ıslah edilmiş bataklık bölgeleri için onlarca yıl önce okaliptüs ağaçları getirilerek kurutma işlemine başlanmış… Hâlâ sürüyor.. Gezdiğimiz müze geçen yıl yüz yaşını kutlamış. Bunun şerefine bahçeye her nasılsa Gürcü balıkçılarca avlanmış olan balinanın iskeleti konmuş… Müzeye devlet müzesi statüsüyle birlikte 2005’te tarihçi ve etnograf Khariton Akhvlediani’nin adı verilmiş…
Müzedeki kalabalık görevli çoğunluğun tamamıyla vedalaşarak Botanik Bahçe’ye gidiyoruz. Bahçe dendiğine bakmayın, devasa birkaç orman iç içe sanki. Çiseleyen yağmur altında iki saat yürüdük. Binlerce ladinle, okaliptüsle, köknar ve çamla selamlaştık. Pavlonya da gördük sakura da. Çünkü 9 bölge oluşturmuşlar, dünyanın dört bir yanından getirilen ağaç ve fidanlarla… Her biri kategorilenmiş ve orman içine yayılmış pek çok yapıda çalışan 120 botanikçiye emanet edilmiş…

ACARA CUMHURBAŞKANI VE BAKKALIN KARISI

Meşhur bakkal dükkanı burası. Acara'nın 37 yaşındaki başkanı da aşağıda bendenizle... Fotoğrafı Kamil Koç'un yolcular için hazırlanan Yolculuk dergisinin editörü Berna çekti

Tiflis’ten dünyanın dört bir yanına uçuş yapılıyor. Ama iç hat yok. Zahmetli bir 400 kilometre yaptık… Yol üzeri Stalin’in doğum yeri olan Gori’ye uğradık. Dönüşte de bizim için özel olarak açtılar ve epeyce bilginin eşliğinde gezindik…
Tiflis’e gece vakti ulaştık. Kenti alınmadık. Yol bozuk, tamirat var diyerek; biz ve bizim gibi pek çok aracı yan yollardan kentin dışına ve uzağına sürdüler. Şoförümüz kentin her bir noktasını biliyor olduğu için, muhalefetin düzenlediği yürüyüş ve mitingler nedeniyle alınmadığımız kente gecikmeli de olsa girdik. Tiflis’de bu mitingler 9 gün boyunca sürdü/sürüyor… 9 Nisan’da bağımsızlık yıldönümüne denk getirilerek yapılan mitingler akşamüzeri başlıyor ve epeyce ateşli konuşmalarla sürüyor. Hareket şimdilik kısıtlı görünüyor ve ‘Tiflis yanlısı’ Acara Özerk Cumhuriyeti Devlet Başkanı’ndan öğrendiğimize göre ‘cılız ve gereksiz bir muhalefet’ girişimi… Çünkü geçen yıl istenen erken seçim sonucunu da yüzde 60’lık bir çoğunlukla şu anki yönetim almış… Eskiye dönüş isteyenler, hüsrana uğrayacak diyorlar… Bakkalımız da Devlet Başkanı da…

BAKIMLI, GÜPGÜZEL BİR KENT; SİGHNAGHİ...

Sighnaghi (Sığınak) kentine devlet, çok para dökmüş... Tiflis'in yakinlarında küçük bir kent. Çiçek gibi olmuş (yukarıda). Mitingler ise Parlamento'nun önünde oldu...

Tiflis’de gezintimiz doğal olarak miting alanı olan Parlamento önü ve onu kesen sokak ve caddelerde oldu. İstanbul benzeri çok tepeli ve ortasında büyücek bir nehir geçiyor bu eski kentin… Mitingler nedeniyle önlem olarak kimi işyerleri ve bazı devlet daireleriyle okullar kapalı gibi olsa da hayat gereken canlılığıyla sürüyor… Kafeler çalışıyor, taksiler işliyor, kiliseler dolup taşıyor; kadehler tokuşturuluyor…
Acara halkı ve Tiflis Gürcüleri Türkiye’yle olan eski ve giderek derinleşen ilişkilerini turizm alanında da umuyor ve bekliyor. Kazaklar’ın 200 civarı küçük otel inşasına giriştikleri ülkede; aynı zamanda ekolojik ve dağ turizmi de gelişen ve umut bağlanan sektörler… Yakın ilgi ve aldatılma duygusu yaşamadan (ve vize almadan) gidebileceğiniz tarih kokulu kadim bir ülke… Sizi bekliyor…

2 Nisan 2009 Perşembe

CİHANGİRLİLER GENE MÜTHİŞ İŞLER YAPIYOR...

Kıskançlığımdan Cihangir etkinliğine, yıllar önce gene Cihangir parkında yapılan bir etkinlik için Ayaşpaşa derneği ve etkin işimizi tanıtmaya gittiğimiz sıradaki bir fotoğrafı koydum :-)

Cihangir’de sanat ve tasarım bir aradaPAZ-ART 5 NİSAN’da ROMA BAHÇESİ’nde
Geçtiğimiz yıl ilki düzenlenen sanat ve tasarım pazarı PAZ-ART, Cihangir ROMA BAHÇESİ’nde 5 Nisan Pazar günü yeniden açılıyor.
Cihangir Güzelleştirme Derneği’nin önerisiyle, Beyoğlu Belediyesi tarafından semt içinde nefes alınabilecek bir rekreasyon alanına dönüştürülen ROMA BAHÇESİ, PAZ-ART’a üçüncü kez ev sahipliği yapıyor.
Cihangir Güzelleştirme Derneği üyelerinin, Katalist tasarım ve Artane galerisinin gönüllü çabalarıyla düzenlenen sanat ve tasarım ürünleri pazarı PAZ-ART, 5 Nisan pazar günü 11.00-17.00 saatleri arasında İstanbullularla buluşacak.
Her ayın birinci ve üçüncü pazar günleri tekrarlanması planlanan PAZ-ART, İstanbul’daki tasarımcılar arasında öne çıkan isimleri ve sanatçıları bir araya getiriyor.
Cihangir Sanatkârlar Caddesi’ndeki ROMA BAHÇESİ, PAZ-ART’la birlikte İstanbullulara hafta sonları, boğaz manzarası ve sanatı bir araya getiren eşsiz bir manzara sunuyor.
Aralarında Nahide Büyükkaymakçı, Devran Mursaloğlu (D Art and Design), Cam Ocağı Vakfı, Camekan, Hatice Gökçe, Arzu Musa, Onok, Bülbül, Ahmet Kurt’un yer aldığı 40’ın üzerinde isim: A. Ezgi Yenidoğan, Take Away İstanbul, Artane, Art.i.Choke, Berrin Akyüz, Deniz Alpay, Deniz Pireci, Diktidikiyor, Evihan, Fivoabakkal, Fortune Cookies, Gaye Döşer, Günnur Güvenli, Hamam, Pınar Çevikoğlu, İlknur Güneş, Meliha Babalık, Meliha Coşkun, Reyhan Çezik, Safiye Mine Erdurak, Salih Demirci, Seher Özinan, Şeynaz Gider, Semra Aşçıoğlu, Şenay Akın, Zeynep Erdoğan, Serpil Erol, Songül Cabacı ile Antre Gourmet ve Duble’nin yemek standları PAZ-ART’ta yerlerini alıyorlar…
Cihangir Güzelleştirme Derneği
Sıraselviler Caddesi 186/2 34433 Cihangir - Beyoğlu / İstanbulT: 212 245 1114 - 244 5427 F: 212 245 1114 E: bilgi@cihangir.org.trDernek lokalimiz hafta içi hergün saat 13:00 / 18:00 arası hizmetinizdedir.

1 Nisan 2009 Çarşamba

'YANDIM ALLAH' DİYENE, 'ŞEY' YAPILMAZMIŞ...

Karikatüre bakar mısın, lütfen? Bizim seçmeni ne güzel ifade ediyor? Cumhuriyet tarihinin toplam borcundan daha fazla dış borcu geçen dönemki iktidarında yapan AKP'ye oy veren seçmeni görüyor musunuz, o karikatürde? Ya da 'ar etmez, bal etmez' vızıldanmasıyla sadece kafa şişiren ve göz boyayan CHP'ye oy veren seçmen, o karikatürde yok mu? Var... O karikatürde yok yok! Kimi solcuların -hasbelkader bir araya gelen- ittifakına oy vereceğine gidip gizli gizli CHP'ye oy veren yoldan çıkmış 'devrimci' de orada elinde odunlarla dikiliyor... Yetmez, derseniz onlar da var işte... Yurtseverlikle milliyetçiliği karıştırıp; seçmenin en saf halinden en salak haline transfer olarak MHP'ye oy veren dingiller de var o karikatürde; bir koşulla: odun olarak... Kalan varyasyonları kendiniz üretiniz... Haaa, bir de 15 yıl önce arkasına askeri alarak iktidar olan ve bu manasız algıdaki seçmenin abad ettiği ANAP'ı görüyor musunuz? Neredeyse bu seçimlerde sınır dışı edildiler; sadece Bozcaada'nın başkanı oldular. Karikatürde nerede derseniz; ateşin içinde :-)

30 Mart 2009 Pazartesi

'ELİM KIRILAYDI DA, FİLANCAYA OY VERMESEYDİM'

‘SANDIK ASLANI’ SEÇMEN
NE OLDURDU, NE ÖLDÜRDÜ


Küresel kriz etkisini gösterdi ve halkı sıkıntıya sürükleyen AKP iktidarı, seçmen tarafından uyarıldı. Aslında bu uyarı, seçimlerin kış aylarına girerken yapılması ihtimalinde cezalandırmaya dönebilirdi… Seçmen beceriksiz iktidarın oy yüzdesini kısarak bi’miktar not kırarken, gene beceriksiz muhalefetin de heveslenmesine yol açmayacak kertede oyunu artırmıştır. Tabii bütün bunların büyük hesaplar kapsamında yapıldığını söylemek pek olası değil; çünkü seçmen de seçtiği partiler kadar beceriksiz. Bu halk, çok partili rejime geçildiği tarihten beri, oy verdiği günün ertesi sabahından itibaren, “Elim kırılaydı da, oy vermeseydim” deyip, sandık başına gittiğinde gene aynı beceriksizliği gösterip kendini yoksulluğa ve yoksunluğa mahkûm edenlere oy verebilmiştir. Hatta yükünü taşıdıklarını –güya- omuzundan atarken, benzer odakları yeni seçimlerde boşu boşuna sırtlanarak bu beceriksizliğini ezelden ebede göstermiştir…
Öte yandan çok öz bir genelleme yaparsak; Doğu’daki mücadelenin de iki yönü olduğunu gözlemleyebiliyoruz. DTP, gördüğü onca baskı ve zulme karşın; seçimlerde başarı kazanmış ve elindeki il sayısını 5’ten 8’e yükseltmiştir… Bu kesin bir başarıdır ama iyi irdelenmelidir. Etnik politikanın oy topladığı ama farklı bileşenleriyle keskinleşen mücadele ortamının getirisini; ne yazık ki DTP’ye koşut biçimde ve geliştirdiği ‘mikro milliyetçi’ söylemle MHP elde etmiştir. Batı kentlerinde zerresi görünmeyen faşist parti buralara giden ‘şehit’ cenazeler nedeniyle oylarını geliştirebilmeyi bilmiştir.
Dikkati çeken bir nokta da aslında yazıya giriş cümlesi ve sonuçların gerekçesi olarak gösterilmiş olunmasına karşın; hiçbir parti ekonomik felaketin bugünü ve gelecek boyutları üzerine hiç cümle kurmayarak seçmenin oyuna talip olmasıdır… Oysa, bunca yolsuzluk ve şaibe ile ekonomiye ve geleceğe ilişkin güven duyguları azalan başka halklar söz konusu düzen partilerinin hepsini yerle yeksan edebilirdi. Bunun gerçekleşememesinin temel bir nedeni de toplumsal muhalefeti sürdürecek enerjinin kimsede olmayışı. Solcular, sosyalistler birbirleriyle tamamen manasız bir boğuşma içinde vakit ve konum yitirerek; halkın memnuniyetsizliğini örgütleyememiştir. Örgütleyebilecek gibi de görünmemektedir… Ufuksuz, hazımsız, kumpasçılığı bir Bizans geleneği sanarak sahiplenmesi, öngörüsüzlüğü, tahammülsüzlüğü ve beceriksizliğinin nedenleri aramak yerine lokal bile sayılamayacak ‘tarihten bir sayfa’ benzeri ‘başarıları’ cilalamaktan başka bir girişimde bulunmayacaksa, hakikaten halkın solculara umut bağlamasının zaten anlamı yok. Böyle de oluyor nitekim…
Türkiye solunun bir parçası ve partisi olmak istiyorsa DTP, ‘Serok Apo’ figürünü acilen bir kenara bırakarak –gerektiği ilgi ve takibi elden bırakmayarak- etnik söylemini ‘reel politik’ ortamdan uzak bir dosyanın içinde unutmalıdır… Sol, sosyalist görünümlü partiler, particik ve odakların tamamı ‘küçük olsun benim olsun’ zevzekliğini bir kez olsun sonlandırmalıdır. Yalandan, ‘-mış-‘ gibi yaparak değil, kesinkes bir tutum olarak dükkâncıklarının kepenklerini indirerek Türkiye solunun partisi olmak yönünde tutum almalılar… Kimse kendini solun önemli bir bileşeni ve rengi olduğu vehmine de kapılmamalı; etnik oyları saymazsanız, halkın bu kesime teveccühü yüzde bir mertebesinde… Çalışmayana ilgi ve oy yok… Böyle olunca da iddianızı kendiniz bile ciddiye almayıp, palavraların uçuştuğu kulislerin dumanında ömür tüketiyorsunuz…

TANE TANE ENSTANTANELER…
Beyoğlu’nda AKP az kalsın kaybediyordu… Zorunlu göçle Beyoğlu’na gelmiş ailelerden binlerce kadına ‘meslek edindirme kursları’ açarak; oylarına göz ve el koyma çabası; CHP’nin iyice berbat Ermeni düşmanı bir gazeteci eskisini aday göstermesi ve solcuların bölünmüş ve hatta iyice dağılmış oylarına rağmen az kalsın kaybediyordu AKP…
Kadıköy’de ise Türkiye ölçeğinde süren ideolojik çarpışmanın tarafları oldu Selami beyle (CHP) Sinan hoca (AKP)… Sonuç, sosyal demokrat zannıyla verilen oyların sonucu milliyetçi CHP kesin bir zafer elde etti… Aslında kişisel olarak daha demokrat bir konumda olan AKP adayı ise yenildi. Umut ettiği halde… Ataşehir ve Sancaktepe’yi ayırarak Kadıköy’ü tamamen CHP’ye terk eden AKP ise ümitvar olduğu buralardan Ataşehir’de beklenmedik bir yenilgi aldı. Elindeki 6 ilçe belediyesini kaybettiği gibi… Sürpriz Adalar ilçesi oldu. Eski kaymakamlarını belediye başkanı seçen Adalılar, ‘çocukluk arkadaşları’ eski ANAP’lı, yeni AKP’li belediye başkanını bir kez daha seçmemiş oldu. Arkadaş hatırının da bir yere kadar gitmesi mümkündü. Böylece 22 Temmuz arifesinde bağımsız aday Ufuk Uras’a ciddi oy katkısıyla yüzünü gösteren Adalı oyları, bi’miktar alternatifsizlik nedeniyle de CHP’yi tercih etti…
Sandık başına ortalama bir tek oy bulabilen Bey-oğlu’nun ‘feminist’ bağımsız adayı Ülfet Taylı gibi bir başka kadın ve bağımsız aday da Kadıköy’de hüsrana uğradı. Onca çalışmaya ve birlik hayaline rağmen, ümit edilen oyun bile yüzde 80 altında alınan oylar, ‘oyları bölmek istemeyen’ kimi ‘solcu’lar tarafından milliyetçilere teslim edildi… Yeni bir seçime kadar beklemeden her düzeydeki isimlerin şimdiden saptanarak ve çok çalışarak; başka ittifaklara, birliğe ve seçimlere…

29 Mart 2009 Pazar

BİZ BU 'YARIM AKILLI' HALKLA NE YAPACAĞIZ?


Seçim sonuçları üzerine yazmıyorum. Aşağıdaki haberi Hürriyet'ten apardım... Küresel iklim değişikliğinin Türkiye üzerindeki olası etkilerini ve önlem önerilerini haberleştirmişler. Dingil halkım da yorum yapmış: "TEMA daha etkin olmalı"... Bitti gitti. İşte halkımın sivil toplum faaliyetlerine verdiği önem ve destek. Haa, anlamından bihabermiş ne gam! Allah müstahakınızı versin e mi? Bir haltla ilişkilenmeyin; akşama kadar esin püfürün, eve gelen herkese şiddet yapın sonra dönün osura osura uyuyun... Ne zaman bu gezegende yaşağınızınız farkında olacaksınız... Ne berbat bir toplulukmuşsunuz ya...

Uluslararası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) Türkiye senaryosunda, ülkede yıllık ortalama sıcaklığın ileriki yıllarda 2,5-4 derece artacağı, Ege ve Doğu Anadolu'da artışın 4 dereceyi bulacağı tahmin ediliyor. Senaryoda, ülkenin güneyinin ciddi kuraklık tehdidiyle karşı karşı kalacağı, kuzey bölgelerde ise sel riskinin artacağı ifade ediliyor.
Afet İşleri Genel Müdürlüğünün hazırladığı “Afet Bilgileri Envanteri”nde iklim değişikliğinin etkilerine de yer verildi.
Çalışmada, fosil yakıt kullanımı, sanayileşme, hızlı nüfus artışı, enerji üretimi, ormansızlaşma gibi etkiler sonucunda atmosfere salınan gazların sera etkisi yarattığı belirtilerek, bunun dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına ve küresel ısınmaya yol açtığı kaydedildi.
Küresel ısınmanın kaçınılmaz etkisinin iklim değişikliği olduğu ifade edilen çalışmada, “iklimdeki önemli değişimler ve bunun etkileri şimdiden küresel ölçekte görülmeye başlanmış olup, bu etkilerin gelecekte daha da belirgin hale gelmesi beklenmektedir” denildi.

“NÜFUS ARTIŞI, ÇARPIK KENTLEŞME ETKİYİ TETİKLİYOR”
Çalışmaya göre, Uluslararası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) 3. tahmin raporunda, iklim değişikliğinden etkilenmeyecek ülke ve bölge bulunmadığı belirtildi. Son yıllarda özellikle ani meteorolojik değişikliklere bağlı gelişen ve yerleşim birimlerini tehdit eden şiddetli yağış, hortum, çamur-moloz akması gibi afetlerde artış gözlendi.
Türkiye'de de artan nüfus, çarpık şehirleşme ve yanlış arazi kullanımı, söz konusu afetlerdeki artışı tetikliyor.
IPCC'nin Türkiye senaryosuna göre (Ulusal Bildirim 1, 2007), Türkiye'de yıllık ortalama sıcaklıklar ileriki yıllarda, ortalama 2,5-4 derece arasında artacak, Ege ve Doğu Anadolu'daki artış 4 dereceyi bulacak. Türkiye'nin güneyi ciddi kuraklık tehdidiyle karşı karşıya olacak. Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu'yu kapsayan bölgelerde kış yağışları yüzde 20-50 arası azalacak. Kuzey bölgelerde ise sel riski artacak.
Senaryodaki bu tablo dikkate alındığında, Türkiye'nin iklim değişikliğinin olumsuz veya tehlikeli etkileri açısından risk grubu ülkeler arasında yer aldığı belirtilen çalışmada, şu görüşlere yer verildi:
“Dünya genelindeki doğal afetler ele alınınca, 31 çeşit doğal afetin çoğunu hidrometeorolojik afetlerin oluşturduğu görülmektedir. Doğal afetlerin çeşitleri ve önem sıraları ülkeden ülkeye de değişmektedir. Örneğin, Akdeniz Bölgesinde doğal afetler kuraklık, seller, orman yangınları, heyelan, dolu fırtınaları, çığlar, donlardır.Ülkemizde ise en sık görülen meteorolojik karakterli doğal afetler ise dolu, su baskını, don, orman yangınları, kuraklık, şiddetli yağış, şiddetli rüzgar, yıldırım, çığ, kar ve fırtınadır.”

TÜRKİYE'DE ÖZELLİKLE HEYELANDA ARTIŞ VAR
“Afet Envanteri”nde yer alan bilgiye göre, dünyada son 20 yılda meydana gelen hidrometerolojik olaylarda ortalama yüzde 7,4'lük artış gözlendi.Türkiye özelinde bu minvalde bir araştırmanın su baskını, çığ ve heyelan esas alınarak yapıldığı kaydedilen çalışmada, şu bilgilere yer verildi:
- Su baskını; 1967-1987 yılları arasında su baskını olay sayısının tüm hidrometeorolojik afetler içindeki oranı yüzde 33, 1998-2008 yılları arasında bu oran yüzde 14'e geriledi. “Son yıllarda yapılan baraj sayılarındaki artışlar, dere ıslah çalışmaları ve köylerden kentlere göçlerin bu orandaki azalışı etkilediği” düşünülüyor.
- Çığ; Olay sayısının hidrometerolojik afetler içindeki oranı 1967-1987 dönemi için yüzde 3 olarak hesaplandı. Oran, 1998-2008 döneminde yüzde 8'e çıktı. Çalışmada, 2002 yılında “Çığ Araştırma Geliştirme Etüt ve Önlem” şubesinin kurulduğuna işaret edilerek, “Şubenin kurulması, çığ konusundaki çalışmaların bir adreste toplanmasını, daha çok veriye ulaşımı ve önlem çalışmalarının yapılmasını sağlamıştır. Dolayısıyla gerçek anlamda bir iklim değişikliğini bu veriden ifade etmek çok sağlıklı olmayacaktır” denildi.
- Heyelan; Olay sayısının hidrometeorolojik afetler içindeki oranı 1988-2008 yılları arasında artış eğilimi gösterdi. 1967-1987 yılları arasında oran yüzde 64 düzeyinde, 1988-2008 yılları arasında ise oran yüzde 78'e yükseldi.

ÖNERİLER
Afet işleri Genel Müdürlüğünün hazırladığı “Afet Bilgileri Envanteri”nde iklim değişikliğinin etkilerine yönelik de şu önerilere yer verildi:
- Afet İşleri Genel Müdürlüğünün sorumlu olduğu Afetler Yasasında iklim ilişkili afetleri yeniden tanımlamak,- İklimsel afetlerle ilgili özel risk azaltım önlemlerini araştırmak - geliştirmek,- Planlamacıların, mühendislerin ve diğer karar vericilerin iklim risk bilgisini kullanmalarını sağlamak,- Afet zararlarının azaltılması ve iklim değişikliğine adaptasyonu entegre etmek için detaylı iklim değişikliği senaryolarına göre, sektörel planların fayda maliyet analizlerine göre çalışmalar yürütülmesi,- Sigorta sisteminin yerleştirilmesi,- Halkın farkındalığının artırılması.

LAZCA KÜLTÜR SANAT DERGİSİ; SKANİ NENA...

Birazdan horon vururlar. Konuşmayı da horonu da aşkla sever arkadaşlarım... FOTO: Başar Hatırnaz...

Laz arkadaşlarım, yıllardır kültürlerini yayma çabası içinde. Bilenleriniz vardır; Hemşinliyim ama hem köyümün adı nedeniyle hem de komşu kültür olması nedeniyle oğluma lazca bir isim verdim: Zuğa. Yani deniz... Köyün adını da Rum tüccarlar koymuş(muş)... Zaten iki adı var; Zuğa Deniz... Arkadaşlarımın çabalarını duyarmak istiyorum...

“Skani Nena” Kültür Sanat Dergisi
yayın hayatına merhaba dedi
Fatih Sultan Kar
Adında taşıdığı ‘Laz’ kelimesiyle Türkiye’de, hatta dünyada bir ilk olan Laz Kültür Derneği, Lazca masa takvimiyle bir ilk’e imza atmasının ardından şimdide “Skani Nena” isimli derginin ilk sayısını çıkararak laz kültürüne hizmet etmeye devam ediyor
Laz kültürüne ait değerleri incelemek, korumak, bu dile ve kültüre ait her türlü zenginliği insanlara tanıtmak amacıyla kurulan Laz Kültür Derneği’nin resmi açılışı 2008’in ocak ayında yapılmış, dernek yıl içerisinde birçok etkinlik gerçekleştirmişti. Bunlar arasında kuruluş toplantıları, kuruluş yemeği, Lazca dil, horon ve fotoğrafçılık kursu, sözlü tarih atölye çalışmaları, kahvaltılı Pazar toplantıları, gençlik toplantıları, anma ve konser programları yer aldı.
Skani Nen laz kültürünün belleği, arşivi olacak
Bütün bu çalışmaları yarınlara taşımak, laz kültürü üzerine yapılan araştırmaları daha geniş kitlelerle paylaşmak, laz kültürüne katkı sağlamak amacı ile yola çıkan “Skani Nena”
Dergisi ilk sayısı birbirinden zengin yazı fotoğraf ve belgelerle dolu 112 sayfadan oluşuyor ve arşiv niteliği taşıyor. Üç ayda bir yayınlanacak olan dergi laz kültürü alanında büyük bir boşluğu dolduruyor ve dergide bu alanda rüştünü ispatlamış kalemlerin yazıları yer alıyor
Skani Nena Dergisi Yayın Kurulu ilk sayılarının ön söz yazısına “çıkarken” başlığını atıyor
Laz Kültür Derneği’nin kuruluş amacını ve Skani Nena Dergisi’nin çıkış amacını hedeflerini şöyle sıralıyor :
Laz Kültür Derneği ‘Skani Nena’ ile yapacak. Laz dili ve kültürüyle ilgili bir külliyat oluşturacak
Lazlar, 2008 yılı başında daha önce hiç yapılmayanı yapmak için bir araya geldi. Yok olma tehlikesi altındaki dilleri Lazca’yı ve atalarının emaneti olan dört bin yıllık kültürlerini yaşatmak için bir dernek kurdu. Özünde bir ‘ilk’i taşıyan bu derneğin ‘ilk’i ‘Laz’ında saklı. Laz Kültür Derneği; Türkiye’de, hatta dünyada adında ‘Laz’ kelimesini taşıyan ilk dernek olmanın övüncüyle yola çıkıyor. Öncelikler listesinin başına bir yayın çıkarmayı koyan dernek, bunu ‘Skani Nena’ ile sağlam bir zemine oturtuyor.
Laz Kültür Derneği ne yapacak? Laz Kültür Derneği bundan sonra Lazca ve Laz kültürüne ilişkin ne kadar söz varsa söylenecek hepsini söyleyecek. Bunu da elinizde bulunan yayın organıyla, ‘Skani Nena’ ile yapacak. Laz dili ve kültürüyle ilgili bir külliyat oluşturabilmek amacıyla alanla ilgili çalışmalar yapılacak, insanlar bu alanda çalışma yapmaya teşvik edilecek ve bunlar yayınlanacak; birer eser olarak kültür dünyamıza kazandırılacak. Peki, bu dernekte, dergide kimler olacak? Bir kere gençler olacak. Sonra çocuklar, kadınlar, erkekler, yaşlılar... ‘Lazca için ben ne yapabilirim?’ diyerek bu büyük ‘imece’ye katılmak isteyen, işlerin bir ucundan tutmak isteyen insanlar olacak.
Laz Kültür Derneği ve Skani Nena, Lazca’yı ve Laz kültürünü yaşatmak için geçmişte sürdürülen çabaları ve birikimi sahiplenerek çıkarken yola bu uğurda taş üstüne taş koymuş tüm değerlere selam göndermeyi de ihmal etmiyor. Bunların en başında hiç kuşkusuz Lazlar için bir milat sayılan ‘OGNİ’ dergisi geliyor. Ardından ‘MJORA.’ Laz Kültür Vakfı girişimi, Sarp sınır kapısının açılmasıyla keşfedilen Helimişi Xasani, Türkiye’nin ilk Lazca rock müzik grubu ‘ZUĞAŞİ BEREPE’, tek başına ‘KAZIM KOYUNCU’, ‘SKANİ MJORA etkinlikleri’, Lazca kitaplar, sözlük ve derleme çalışmaları, destanlar, insanlar, Laz dili ve kültürünü gelecek kuşaklara taşıyabilmek için emek sarf etmiş insanlarımız...
Bireysel bazda sürdürülen çabalar artık Laz Kültür Derneği çatısı altında
Şimdi yepyeni bir yolun başındayız. Laz dili ve kültürü üzerine daha önce bireysel bazda sürdürülen çabalar ve yapılan çalışmalar için artık bir çatı kuruluş durumda. Bu çatı bize, bugüne kadar bireysel çabalarla sürdürmeye çalıştığımız işleri birlikte sürdürebilmemizin yolunu açacak. Artık tek tek değil birlik içinde yürüyeceğiz; dilimiz için, kültürümüz için, kimliğimiz ve gelecek kuşaklara aktarmakla yükümlü olduğumuz kültürel değerler için.
Bu kapı herkese açık
Yolumuzun zor, uzun ve dikenli olduğunun bilincindeyiz, ama genlerimizde bulunan imece kültürünü harekete geçirerek büyük işler başarabiliriz. Laz Kültür Derneği ve Skani Nena, tam da bunun için var. Gelin dilimiz ve kültürümüz için gücümüzü birleştirelim. Bu kapı herkese açık. Önemli olan yapabileceklerimizi iyi analiz etmek, potansiyelimize uygun alanlar seçerek başarının yolunu açmak.
Laz kültürünün ‘ana sütüyle’ az olsa da beslenenler, hemen, şimdi harekete geçmezse bu imkanı tadamayan çocuklarımız için yarın çok geç olabilir. Bunun için Lazona’da doğup büyümüş, en azından çocukluğunu o topraklarda geçirmiş, şimdi orta çağlarını sürmekte olanlara büyük görev düşüyor.
Unutmayın! Dün sizi besleyen toprakların bugün size ihtiyacı var. Dilinize ve kültürünüze duyarsız kalmayın. Durun ve arkanıza bir bakın. Sizler belki de Lazca’yı ve Laz kültürünü yaşatmak için bir şeyler yapabilecek son kuşaksınız. Bu büyük sorumluluğu yüreklerinizde hissetmiyor musunuz? Evet, diyorsanız gelin bize katılın. Yapacağınız nitelikli çalışmalarla lazca’nın modern dünyadaki varlığına bir katkı da siz sunun. Türk ve dünya kamuoyuna Lazlar’ın kim olduğunu, daha doğrusu kim olmadığını anlatmamıza yardımcı olun. ‘Temel’ cenderesine sıkıştırılmaya çalışılan Lazların aslında ruhları yaşadıkları toprakların iklimine göre şekillenen neşeli, esprili, çalışkan, üretken ve yaratıcı insanlar olduklarını yüksek sesle haykıralım. (FOTO: Başar Hatırnaz)

Skani Nena” Kültür Sanat Dergisi İletişim için:
Nailbey Sokak Umut İş Merkezi No : 23 / 25 Daire : 9 Kadıköy / İstanbul
Tel : 0216 338 65 41 E Posta : iletisim@lazkulturdernegi.org.