22 Ocak 2009 Perşembe

YAŞAYAN KENTLER, ÖĞRENEN YÖNETİCİLER...


Beyoğlu Kent Müzesi Projesi içindeyim ama bir başka yazımla bu konuya giriş yapmak istiyorum. Mimarlık Dergisi Natura'da bir yıl önce yayımlanan yazıya Serbest Vezin'de yer veriyorum...
Modern kent üzerine ne zamandır akıl yürütülüyor, kalem oynatılıyor; üniversitelerde ders ve bölüm konusu olmaklığı ne kadar eskidir; kentin sürdürülebilir gelişimi için iyi yönetişimi sorun edinen kent yöneticileri, ne düşünür?
Orta çağın çevresi tuzaklar, kalın ve yüksek duvarlar ve duvarların üzerinde koruma nokta ve silahların gizlendiği küçük kent devletleriyle bugünün iyice biçimsiz hale bürünmüş kentleri arasında ne tür bir ‘paradoksal ilişki’ olabilirdi? Acaba hâlâ bir koru(n)ma güdüsü gizli olarak bugünün kentleri çevresi için de büyütülüyor mu?
Bunu, bugünün meslek birlikleri, üniversiteleri, yerel yöneticileri, STK’ları, medyası ve konuya ilişkin aydınları konuşuyor, tartışıyor ve araştırıyor… Bir kent işlevsel bir moderniteyi ne kadar kaldırır; bunca çaba ve bileşenle nasıl gerçek kılınabilir ve dünyanın ya da ülkenin her büyük kentinde benzer bir algı ve ortak bir çabayla yapmak gerekli ve mümkün mü?
HANGİ CİSME HANGİ İSMİ KOYMALI?
İzninizle bu yazıda bu konuda yerli basının neler dediğine bakacağız. 2010 İstanbul, kültürün başkenti. Herkesin hemfikir olduğu bir ön kabul (mü)? Pek değil. Aşağıda ayrıntılandıracağız… İstanbul, Avrupa’nın kültür başkentlerinden biri… Anımsıyorsanız, bugüne değin kamunun konuya ilişkin sorumlarının önemli bir bölümüyle konuştuk. Devlet ve yerel yönetim ne düşünüyor, ne yapmayı ve kimlerle yapmayı tasarlıyor; ne zamana kadar hangi planlamayla bu tasarımı gerçekleştirecek? Hepsini konuştuk. Ama bu kez basınımız bu meselelere nasıl bakıyor; algı ve sunu hangi düzeyde, biraz da bunu konu edinelim…
Geçen ay içinde Akşam gazetesinde imzasız olarak yayımlanan Antalya mahreçli bir haberde şunlar kaleme alınmış. Kent müzesini ve kentin kültür misyonu ele alınıyor: “Şehrin kimlik vizyonu bugüne taşıma açısından çok önemli bir sunuş şeklidir Kent Müzesi. Antalya için gecikilmiş bu projeyi hayata geçirmek isteyenler, başta kültür ve turizm olmak üzere tüm ticaret yaşantısına büyük katkılar koyacaktır bu misyonla. Yalnız, Antalya için Kent Müzesi fikri tüm şehri kapsamalı, tüm argümanları içine alarak sergilenmelidir. Şimdiye kadar eksik olan bütünü tamamlayan parçaların bir araya gelememesidir. Son yıllardaki turizm olgusunda ki bazı uygulamalar buna çanak tutmuş, şehrin kültür kimliğinin kaybolmasına yol açmıştır.. İşte bu nedenle hazırlık aşamasında olan Kent müzesi, şehir müze kimliğine bürünerek var olmalıdır. Büyükşehir Belediye binasının yeni binasına taşınması ile şu anki Yenikapı'daki belediye binasında yapılanması düşünülen kent müzesi, daha önce tartışmalara açılan kapalı spor salonu ve çevre düzenlemesi ile bir kez daha değerlendirmeye alınmalıdır. Bugün Minicity olarak yanlış yönetim şekli yüzünden hayal kırıklığı yaratan bir türlü turizme satış ve pazarlaması yapılamayan ve kaderine terk edilen, kısaca ‘hayaletcity’ ye dönüşen bu ürün şehir müzesi kimliği altına dahil edilerek değerlendirilmelidir. Minicity bünyesinde bulunan ilçe ve yörelerde ki bazı tarih ve kültür eserlerin haricinde ki diğer yörelerde ki kültür eserlerinde biran önce yaptırılarak arka alanda ki tarihi böcekçilik bahçe alanında, Antalya il fiziki haritası üzerisinde şehrin kimliğini tamamlaması ile sunulmalıdır. Bu vesile ile de çok değerli bir alan olan Minicity Olbiya eski yerleşim alanı da ucube bina yapısından kurtulmuş olur. Tartışılmak üzere Büyükşehir Belediye Başkanımız Menderes Türel'e naçizane önerimizi iletiriz.
İstanbul mu Antalya mı? Turizm başkenti Antalya mı, İstanbul mu, muhabbeti kısa sürdü. Çünkü tüm veriler Antalya lehine. O zaman şimdi bizde, bir şey ortaya atalım tarihçiler onu araştırsın bakalım kim haklı. Ülkenin kültür başkenti neresi? Avrupa Kültür şehirlerine kim müracaat etmeli? İstanbul, tarihte Bizans ve Osmanlı medeniyetleri haricinde hangi kimliklere sahip oldu? İstanbul, camiler, kiliseler, saraylar, hisarlar,sarnıçlar ve bunun gibi eserler haricinde daha hangi medeniyet kalıntılarına sahip? Antalya, Anadolu’ya gelmiş geçmiş tüm medeniyetleri yaşadığı birer birer iz bıraktığı, tarihçilerin bile sayfalara sığdıramadığı beyliklerin, devletlerin, imparatorlukların yerleşim yeri değil mi? İstanbul da bulunmayan Phasalis, Termossos, Perge, Belkıs, Side, Alaiye antik kentler, Antik tiyatrolar, tersaneler, Hadrian gate nerede? Kaleiçin’de yer alan onlarca kilise, antik kenti saran surlar, Hıdırlık kulesi, Selçuklu, Tekelioğlu ve Osmanlı camileri. Alanya kalesi, Side sur ve su kemerleri, doğanı bahşettiği Şelaleler, Mağaralar. Antalya mı turizmin ve kültürün başkenti yoksa İstanbul mu, tarihçiler karar versin?”
Bir yarış başlamış… Önce kent müzesi fikri etrafında biz de dalanalım. TAÇ Vakfı Başkanı mimar Prof. Sinan Genim hoca, 10 küsur yıl önce Koç/Kıraç ailelerinin de desteğini alarak bu müzenin planını çizmiş; 15 milyon doları bulacak olan meblağ da aile(ler) tarafından karşılanacak olan bu önemli proje gerçekleş(e)memiş. Hatta, aile(ler) yönetime de talip olarak, yıllık işletme giderlerini de üstlenmişler ama bin bir tür sebep üretmeye bayılan kamu yönetimi, fikrin sahiplerini ötelemiş… Gelelim, kim daha tarihi, kültürel bir kent sayılmalı yarışına! Ne gerek var demeyin, lütfen. Madem sorulmuş; en azından ben bir yanıt verebilirim: İstanbul. Evet efendim, İstanbul. Gerekçeli kararımı da ileri sayılarda memnuniyetle açıklarım.
ANAYASADA KENT VE MİMARLIK… BİR DE 2010!
Bu kez de Anayasa tartışmalarında kendimizce taraf olmaklığı seçiyoruz. Gene imzasız ama bu kez Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazıda, “(…) Başbakan böyle bir anayasanın da başında ‘Atatürk ve cumhuriyet ilkeleri’nin yer alacağını belirtiyor. Oysa yine ormanlardaki yasadışı yapılaşmayı ‘kent’leştirerek meşrulaştırmak; ya da kamu arsalarını ‘müşteriye özel’ ayrıcalıklı imar haklarıyla pazarlamak; imar yağmasını ve emlak rantı ekonomisini ‘hukuksal güvence’lere bağlamak da devrimci cumhuriyetin ‘önce planlama’ ilkesini ve ‘önce ulusal çıkar’ hedefini açıkça çiğnemek değil midir?”… Gazete, ilkesel olarak yayın politikasına koşut sorular soruyor… Özel bir itirazımız yok. Zaten biz tam bu noktada bir sorumuz olduğu için bu alıntıyı yaptık. Anayasa telaşına düşmüş hükümet, umarız ve dileriz çoktandır ellerinde hazır bekleyen “İstanbul 2010” yasasına bir an önce çıkarır. Yasa çıkmadan da bir çok proje konuşuluyor. Bütçe meseleleri aşılmaya çalışılıyor ama yasa olmadan kolayca yürüyen bir uygulama her zaman mümkün ve gerçek değil… Beklemekten sıkıldığımızı söyleyelim…
YAŞAYAN KENT, ÖĞRENEN YEREL YÖNETİMLER…
Son alıntımız Yeni Şafak’tan… Meslektaşımız Nazif Gündoğan şöyle diyor: “Türkiye seksenli yıllardan sonra dünyadaki gelişmelere paralel olarak, hızlı bir kentleşme ve kentlileşme sürecine girdi. Türkiye'nin bütün bölgelerinde köylerin kazalarla, kazaların kentlerle bütünleştiği, büyük yerleşim koridorları oluştu. Adapazarı'ndan Adana'ya, Eskişehir'den Edirne'ye, bütün Anadolu kentlerinin çevresinde, dört yönde gelişen uzun yerleşim koridorları vardır. Kentlerde üretilen ürün, hizmet ve bilginin hacminin artmasıyla, yerleşim koridorları, yollarla birbirine eklenmektedir. Yeni yerleşim koridorlarının birbirine eklenmesiyle, Türkiye'de kentler arasındaki gelir farklılıklarıyla birlikte kültür farklılıkları da, giderek azalıyor. Çünkü, kentlerin çekirdek alanlarından farklı olarak, yerleşim koridorları, Anadolu'nun dört bir yanından gelmiş ailelerle, Türkiye'nin özü ve özeti olan, çok zengin bir mozaik oluşturuyorlar. Yeni yerleşim alanlarında Anadolu insanı, bir yandan tarihiyle bağlarını yenilerken, diğer yandan da, dış dünyayla ekonomik ve kültürel bağlarını güçlendiriyor. Türkiye'de kentsel ve kültürel dönüşümün öncüleri, kentte yaşayanlar tarafından seçilen yerel yöneticiler olmuştur. Onlar, hazırladıkları yerleşim planları, düzenledikleri meydanlar, açtıkları caddeler, ağaçlandırdıkları alanlar, sağlık, eğitim ve kültür yatırımlarıyla, kentleri, ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan çekim merkezi haline getirdiler. Yeni yerleşim koridorları, çalışılan alanlardan, yaşanılan alanlara dönüştükçe, kentlileşme süreci büyük bir hız ve yoğunluk kazandı. Yaşayan kent ve öğrenen yönetim olmak, bir beden gibi, kentin fiziksel, ekonomik, siyasal ve kültürel alanları arasında, uyum ve düzeni sağlamanın en etkin yoludur. Yaşayan kentte, öğrenen yerel yönetimler, yaptıkları yatırımların karşılığını, kat kat fazlasıyla alırlar. Öğrenilen bilgi uygulanır, uygulanan bilgi zenginleşir. Her kent açık bir üniversitedir.”
Yazara katılmamak mümkün mü? Pek çok açıdan önemli ve değerli bulduğumuz bir girizgâh… Kentin, yaşayan bir kent olması yaşayanlara; yerel yönetimin de öğrenen bir yönetim algısına sahip olması, bu fikre açık olmasına bağlı. Bir kent, insanları ve gelecek tasarımlı projeleriyle var olabilir…
Bu ay, üç gazete üç yazı üzerinden fikirlerimizi çarpıştırdık. Herkesin amacı daha iyi ve sürdürülebilir bir kent için mücadele etmek ve bu kentin tadını çıkarmak…

Hiç yorum yok: