3 Mart 2009 Salı

BİLİMİNSANLARI BİLE FATSA DİYOR? NİYEDİR?..

Mimar Sinan Üniversitesi'nden, Murat Cemal YALÇINTAN 27 Şubat 2009 Birgün Gazetesi'ndeki köşesinde yazıyor. Gayet de güzel yazıyor ama yazısının şirazesinin tümden ve tek hamlede kaçmasına neden olan sihirli bir sözcük kullanıyor: Fatsa... Geçen haftalarda da gene genç bir araştırmacı Hade Türkmen aynı gazetede yazmıştı: Çamuru Fatsa Temizler... Solcuların paçasına yapışmış çamuru olsa gerek. Araştırmacı/hoca arkadaşlarımızın bilimsel diyemeyeceğim yaklaşım noktalarını artık kınamıyorum, yadırgıyorum... Söyleyeceğim lafların her iki araştırmacının yazdıklarıyla doğrudan ilgisi yok... Bir vesile oldu onlar... Lafım goygoyculara... Fatsa Belediyesi'ndeki 'demokratik ve katılımcılık modeli' küçücük bir uygulamaydı. Yapmasaydın da üç sokaktaki çamuru temizlemek zorundaydın... Yani, yapacak olduklarını yapıyor olman dağlara taşlara bir başarı değil... Halkla yapman ise popülizmden azade tutulacak bir örnek ama artık yeter! 30 yıl geçti ve solun içindeki bir zümrenin cilaladığı başka madalya yok... Ayıp. Hatta ayıptan öte kayıp... Taş taş üstüne koyma, hatıralarla vakit geçir... Ben, bıktım. Yapılanları küçümsemiyorum ama lök gibi oturulup ahlanılmasını ayıplıyorum. Fatsa bitti. Yenilerini de yapamadık. Dedim ya, sadece bir kesimin bir belediyesi. Hopa'yı yerle yeksan etmeyi de herhalde bu başarı hanesine yazarsınız artık... Unutanlara söyleyeyim: DTP'liler cidden çalışıyor. Yokluk, yoksunluk, bilgi eksikliği var ama aşmaya çalışıyorlar. Üstelik kimsenin tepesine tepesine çakmadan... Haberiniz olsun da...

Platon’un tam bir aristokrasiye karşılık gelen ideal devletinden bugüne çok yol aldık. Kanunları artık filozoflar, bilge kişiler değil sıradan insanların arasından seçilmiş meclisler yapıyor. İnsanlar acılarından kurtulmanın yollarını filozoflarda aramayı bıraktı. Krallara ve dine sarılan feodal devlet anlayışı da çok gerilerde kaldı. Devlet genel kabulüyle belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde siyasi bir iktidar altında örgütlenmesi olarak kabul ediliyor ve yaygın politik sistemi çerçevesinde cumhuriyetler şeklinde halkın egemenliğini kabul ediyor. Günümüzün yaygarası da demokrasi adı altında burada kopuyor ve tarımsal üretimde artı değerin oluştuğu dönemde başlayan ve giderek şiddetlenen sınıf çatışmaları, halkın egemenliğini kimin ve nasıl kontrol edeceğinin belirleyicisi oluyor. Emekçi sınıfların güç kazandığı dönemlerde devlet sosyalleşirken, piyasaların hakim olduğu dönemlerde sosyal kazanımlarımızın çoğu sıfırlanıyor. Çoğulcu yaklaşım, devleti farklı gruplar arasındaki çıkar çatışmalarının pazarlıklar yoluyla çözüldüğü nötr bir alan olarak açıklıyor. Toplum içerisindeki eşitsizlikleri kabul etmekle birlikte, en zayıf grupların bile devlet içerisinde pazarlık fırsatı olduğunu öne sürüyor. Görünmez ele inanan liberaller minimum devlet söyleminden hiç vazgeçmiyor. Marksist yaklaşım, devletin toplumun kolektif çıkarlarını temsil eden bir kurum olduğu yönündeki liberal görüşe karşı çıktıktan sonra devleti sermaye gruplarını destekleyen bir mekanizma olmakla eleştiriyor. Buna göre, devletin esas görevi üretim araçları üzerindeki kapitalist mülkiyet haklarının, dolayısıyla sınıflı toplumun korunmasından ibaret hale geliyor. Gücün sınıfsal eşitsizlikleri yok olduğunda da devletin kaybolacağı öngörülüyor. Anarşistler ise, devleti bir parazit olarak niteleyerek, devletsiz bir toplumun kendi kendini daha iyi idare edebileceğini iddia ediyor. Devlet tartışmaları içerisinde önemli bir yeri de toplumsal sözleşme kavramı kaplıyor. Rousseau, geçerli olabilecek tek toplumsal sözleşmenin, küçük bir doğrudan demokrasi de olacağı gibi bireylerin kendi yaptıkları ve kabul ettikleri yasalara tabi olması olarak açıklıyor. Rawls ise kavramı, bireylerin temel özgürlüklerini çiğnemeyecek ve eşitsizlikleri gidermeye yönelik bir yeniden dağılımı sağlayacak kurumlara bağlıyor. Bu farklı yaklaşımların ve aralarındaki tartışmaların işaret ettiği şu ki devlet ele geçirilmek üzere örgütlü mücadele gerektiren bir kurgu! Ancak bu şekilde devletin sizin çıkarlarınızı öncelemesini sağlayabilirsiniz. ***Henüz 2005 yılında yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye Kanununa göre, “belediye: Belde sakinlerinin mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ... kamu tüzel kişisi” anlamına geliyor. Mahalli müşterek nitelikteki sorunların neler olduğunu belediyelerin görevler listesinden anlıyoruz: “İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı; coğrafi ve kent bilgi sistemleri; çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık; zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans; şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut; kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor; sosyal hizmet ve yardım, nikah, meslek ve beceri kazandırma; ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi...” Bir de zorunlu olmadığı ama yapabileceği işler var: “Okul öncesi eğitim kurumları açabilir; Devlete ait her derecedeki okul binalarının inşaatı ile bakım ve onarımını yapabilir veya yaptırabilir, her türlü araç, gereç ve malzeme ihtiyaçlarını karşılayabilir; sağlıkla ilgili her türlü tesisi açabilir ve işletebilir; kültür ve tabiat varlıkları ile tarihi dokunun ve kent tarihi bakımından önem taşıyan mekanların ve işlevlerinin korunmasını sağlayabilir; bu amaçla bakım ve onarımını yapabilir, korunması mümkün olmayanları aslına uygun olarak yeniden inşa edebilir. Gerektiğinde, öğrencilere, amatör spor kulüplerine malzeme verir ve gerekli desteği sağlar, her türlü amatör spor karşılaşmaları düzenler, yurtiçi ve yurtdışı müsabakalarda üstün başarı gösteren veya derece alan sporculara belediye meclisi kararıyla ödül verebilir. Gıda bankacılığı yapabilir.”Yine yasaya göre, belediyeler görevlerini yapmadıklarında ya da kötüye kullandıklarında Bakanlık haklarında soruşturma açabilir. Bu memlekette bu görevleri hakkıyla yerine getiren ve son dönemde yolsuzluk söylentilerinden arı kalmış kaç belediye vardır sizce? Yok değil mi! Peki Bakanlık görevlerini layıkıyla yapmaya çalışırken bir yandan da yine yasanın öngördüğü gibi belediye hizmetlerini vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun yöntemlerle sunan, hizmet sunumunda özürlü, yaşlı, düşkün ve dar gelirlilerin durumuna uygun yöntemler uygulayan, hemşehrilerin belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanma haklarını kollayan, yardımların insan onurunu zedelemeyecek koşullarda sunulmasına hassasiyet gösteren Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’e neden soruşturma açar? Bu soruşturma, devleti ele geçirme konusunda örgütlü mücadelemizin yetersizliğinden ve devletin sermayeyi koruma refleksinin, bir zamanlar Fatsa’da yaşandığı gibi iyi örnek çıkmasına bile müsaade etmeyecek şekilde gelişmişliğinden olmasın! ***Osman Özgüven iyi bir insan ve iyi bir belediye başkanı. Zaten sosyal olması gereken belediyecilik anlayışını sosyalleştirmek için mücadele arkadaşlarıyla yasalar çerçevesinde uğraşıyor. Ücretsiz toplu taşımadan ucuz ekmek ve sağlık hizmetine, evlere kitap servisi yapan halk kütüphanesinden ulusal öneme sahip kültür ve bilgi şölenine, alternatif enerji kaynaklarımız arasında büyük değer teşkil eden jeotermal enerjiyi kullanma cesaretinden geleceğe dair öngörülü projelerine Türkiye belediyeciliğinde yaptıkları ve yapamadıklarıyla yıllarca konuşulacak. Hiç istemem ama bu ya da bundan sonraki seçimlerin birisinde yerini başka bir başkana bırakmak durumunda kalacak. O yeni başkan bu kadar iyi bir insan ve iyi bir belediye başkanı olmazsa ne olacak?Sosyalliğin, belediyeciliğe (ve devlete) insanlar/başkanlar üzerinden bahşedilen bir sıfat olmaktan çıkıp işin doğası haline gelebilmesi için, örgütlü kitleler tarafından sürekli ve güçlü bir şekilde talep edilmesi gerekir. Yoksa, bütün kazanımlarınızı kaybetmeniz bir seçim mesafesindedir. Yani, bugün için en sosyal belediyecilik, haklarını talep eden ve kazanan örgütlü kitleler oluşmasını destekleyen belediyeciliktir. Belediyecilik, ancak bu şekilde sürekli ve hakiki bir sosyallikle kucaklaşır.

2 yorum:

Murat Cemal Yalçıntan dedi ki...

hade için yazdığınız eleştiriyi de okudum. bir yönden haklısınız. ama örnek arayınca bulmak çok zor bu coğrafyada. diğer yandan, fatsa, yapılanlardan öte, yapılanın masumluğuna karşı devletin verdiği tepki ile de önemli. hafızada tutmakta fayda var diye düşünürüm her zaman.

bu arada marmara değil mimar sinandadır kendisi:)

murat cemal yalçıntan

Adnan dedi ki...

Murat hocam, teşekkür ediyorum. İyi bildiğim halde üniversitesinizi karıştırmışım, kusura bakmayın lütfen... Hade arkadaşımızın da aslında belirgin bir biçimde vurguladığı noktaları 'es' geçmiyorum. Unutmuyoruz, unutmamalıyız. Ama yakındığım ve sorun saydığım; bunca yıldır -neredeyse Fatsa deneyiminin üzerinden iki kuşak geçti- yeni bir deneyimimiz yok. Yaptıklarımızı da kendi ellerimizle boğmaya çalıştık. Hepsi bu. Sevgiler ve esenlikler...