7 Mart 2009 Cumartesi

GÜNDEMDEN DÜŞMEYECEK OLAN ESKİ BİR YAZIM

Düzgün işleyen platformlardan biri; Beyoğlu Platformu... İkisi İngiliz bir grup akademisyen ile Galata üzerine konuşuyoruz. 'Beş Benzemez' kamu bileşenleriyle, 'çoktan seçmeli' STK toplamından oluşan bir platform... Çalışkan ve bir üretken zemin...

Yıllar önce bir yazı yazmıştım. Bizimkiler arasında; örneğin 'Sol Gazete' isimli internet medyasında bir ay kadar falan asılı kaldıktan sonra, duyguları bile terazileyen bir okur tarafından 'ispiyonlanınca' duvardan düştük. Arkadaşlarımız yazımızı indirdiler... Biz de bi'miktar alındık. Küstük falan ama şimdi gayet iyiyiz :-) Yazıyı parlak (!) güncelliği nedeniyle bir daha yayımlıyorum...
AYIYLA GERDEĞE GİRMEK
NASILDIR, BİLİR MİSİNİZ?
Ben biliyorum desem, beni tanıyanlar yadırgamaz da; tanımayanlar, sadece okuyucu/tanış olanlar iyice bir kuşkuyla yazıyı okumayı sürdürürler… Hazır olun lütfen, yanıt geliyor: Yerel yönetimlerle veya kamuyla bir biçimde işbirliğine girenler; STK temsilcisi veya uzman kişi olarak proje bazında bir kerelik bir ilişki yaşayanlar bile, ciddi hasar görür… Arada sevgi, şefkat ve karşılıklılık içeren hiçbir anlayış noktası bırakmadan sizi harap eder, köşeye bırakırlar… Tamam, hepsiyle ve her zaman böyle olmaz ama, bir kere ilişkiye girdiniz işte… İşin fenası, eskiden basının yaptığı gibi gözünüze bant çekip kenara bırakmadıkları için; hatta siz kendinizi fazlasıyla ortaya attığınız için olsa gerek, olayın ayrıntısına kimse bakmadan yargıya varılır:”Eeee, kardeşim! Ayıyla temasa geçmeyecektin… Böyle benzetirler işte”…
Şimdi sevgili masum okur olaya nasıl hakim olduğumu size anlatayım: Aslında ben de masum değilim çünkü sürece pek hakim olamadım… Güzelim –güzelliği rengarenk ve çok yamalı bohçaya benzediğinden- partimle olan ilişkilerimi yavaşlatıp, hatta siyaseti savaş karşıtlığına indirgeyip kendimi sivil topluma verdim… İşte bizim taraflarda ‘özeleştiri’ denilen, ‘o’ taraflarda da nedamete mukabil olan şaşkınlıkla dolu deneyim süreci böyle başlamış oldu…
Sivil toplum, Sefil toplum…
Ne proje önerirseniz önerin, belediyenin parası olmaz… Çok mümkün, çünkü kamunun parası yoktur! Bu temel bilgiyle her zaman karşılaştığımız için, para olmadığını; finansman için sponsora başvurmamız gerektiği sabit bilgisi, masanın ortasına –bir daha kalkmamak üzere- bırakılır. Sponsor dediğiniz ne ki; o da başına gelecekleri biliyor: “Köprüyü geçinceye kadar, yerel yönetimde gördüğü her etkili kişiye ‘dayı’ diye sesleniyor”… Bu tespit de hallice bir tespit oldu. Devamla… Vergisini ödeyen, ilişkileri açık ve temiz olan niye sponsor olsun! Yani, ‘zoraki sponsor’, niye olsun… Zaten, meşrebine uyduğunu varsaydığı kimi kültürel, sportif işlere daima giriyor ve fayda çubuğunu kendine eğiyor. Çünkü öyle istiyor. Kimse zorlamıyor…
Para isteme benden, buz gibi soğurum senden…
Sponsor kapısını tıklatmak gibi bir ‘iş’ niye gönüllü STK üyesinin olsun, diye bir soru gelebilir. Gelmesin… Çünkü, STK gönüllüsü arkadaşlarımız bir projeyi önerdiklerinde bu konuda duyarlık gösterebilecek kesimleri bilirler… Çoğu gönüllü, aslında akademi çevrelerinden, basından, reklamdan ve benzeri/yakın sektörlerden geldikleri için ‘rasyonel’ kurmayı ve kim, kimin dızdızıdır meselesine yıllarca kafa yordukları için; tam da zurnanın zort dediği yerde bildiklerini dökerler… Böylece malum kişiler ‘saniyesinde’ ilgili zevatla bir araya gelir ve sponsorluk işi aklınızdan geçmediği çapta hacimli ve çarçabuk gerçekleşir… Siz, marifetlerinizin güdüklüğüne yanarsınız. Hatta, fazladan iki okulun duvar boyası bile çıkar… Ama yerel yönetim, kasasından tek kuruş çıkarmaz… Hatta, karaborsa dönemlerinin zulacı esnafı gibi; ne görünür kasadan ne de görünmez kasadan, özetle; ‘Kasa Abi’nin cebinden bir şey çıkmaz… Çünkü, bu işler yasanın elvermediği ama ‘vicdanların onayladığı’ biçimiyle yürüdüğü için, hiçbir kasadan hiçbir biçimde para çıkmaz… ‘Kültür-sanat etkinliklerini, sosyal projeleri ve benzeri etkinlikleri önerenler finanse eder’ yaygın anlayışıyla ya sümen altı durumu, ya pamuk elle cebe icrası başlar…
Bende bir ben var, benden içeri…
Süleyman Nazif’in yergilerinden bir dizeyi arabaşlığa taşıdık. İyi mi yaptık; evet, iyi yaptık? Bu noktadaki özeleştirel yazımızın ‘durum tespiti’ bölümünden biraz daha ilerleyebilmemiz için bir başka gerçekliği daha halkımızın masum bilinçaltına veya ‘cılız dağarcığına’ atmamız gerekiyor… İçimizdeki Bizanslılar… Evet, ‘içeriden bilgi sızdırma’ evresine sıra gelmiştir… İçtiğimiz kahvenin kırk yıl hatırı tabii ki vardır ama ‘bizanslı’ ortağımızla hatır gönül meseleleri için 1000 küsur yıllık bir geçmişe gerek vardır… Bu nedenle projenizi iyi anlatın ama asıl konuya bir türlü gelmeyin! Ser verip, sır vermeyin!..
“Ele güne karşııı, yapayaaalnız/Tam tırı tırı tımmm…!
İflah olmaz STK gönüllüsü, bir projeyi ortaya attıktan sonra meselenin bir vakit terazilenmesini bekler… İş, pişmelidir… Bu arada, ‘dünyanın ateşten bir top olduğu dönemlere’ uzanan soyutlamalar ve anılarla iş iyice sulan.., pardon ayrıntılandırılır… Taa ki, siz işin dizginlerini elinize alıncaya değin… Bütün çerçeveye egemen biri olarak bu etkinliğin nasıl gerçekleşmesi gerektiğini uzun uzun ve bir çok defa anlatırsınız… Tarafları susturursunuz… Bütün yakın çevrenizi, onların enerjilerini bu işe ayırmalarını sağlarsınız…
Sonra, gene birileri ininden çıkar ve bunu ‘tanıdık bir ajansa’ verir… Her şeyiyle sizin önermelerinize benzer bir iş olarak, bir ajansa gider ve parası –inanmayacaksınız ama- belediyeden çıkar… Harcadığınız emekle ortada kalır mısınız; hem de gözlerinize bant bile çekilmeden. Sonra eş dost arasına çıktığınızda sinirlerinizin tel tel olduğunu kimse hesap etmez ve arkadaşlarınız sizi makaraya sarar: “Vay hacı baba, şam tatli kaç para?”…

Hiç yorum yok: