5 Mart 2009 Perşembe

ÖLMEKTE OLAN DİLLER ÜZERİNE... HAZİN BİLGİ

Kaybolan kültürler, biyoçeşitliliğe ilişkin yerel bilgilerin de kaybolmasına neden oluyor. Bir dilin gelişebilmesi ve insanlık alemine kültürel ve teknolojik olarak katkı koyabilmesi kuşkusuz ki önce baskı altında olmamasıyla mümkün. Anadolu’da konuşulan diller üzerindeki anlamsız yasakları bir yana bıraksak bile, Türkçe'nin yaratıcılığının önünde ne engeller var acaba, dünya sanat ve bilim üretimine gereken katkıyı koyamamasında? Kendi kendimize ürettiğimiz korkular ve bunun getirdiği yasaklar dillerin gelişmesinde ve üretkenliğinde ciddi bir engel olmasın sakın? İlginç bir makaleyi ve 4 Mart tarihli Radikal'de yayımlanan bir haberi paylaşmak istedim... Aslında her nasılsa denk geldiği için bir haber daha vermek isterdim ama bulamıyorum. Türkiye'deki ölen dilleri de hacimli bir biçimde veren başka bir haber daha vardı... Ermenice ve Hemşince de Türkiye için ölen diller arasında gösteriliyordu... Eh! Dil denince de aklıma Einstein'in meşhur fotoğrafı geldi. Onu koyuverdim :-)

DİLLER DE ÖLÜR...
Uğur HÜKÜM

Paris – Diller de insanlar, toplumlar gibidir. Doğar, büyür, gelişir, güçlenir, yaşar, yaşlanır, yıpranır ve hatta ölür, ölebilir. Her birinin ömür süresi, kaderi, sonu aynı uzunluk ve boyutta; görkemi, gücü ve de iktidarı aynı çapta ve mekanik biçimde olmaz, olamaz. Bilinen insanlık tarihi kadar eski bir dil olmadığı gibi, hangi dilin, ne hız ve çoşkuyla, ne kadar yaşayacağını önceden kestirmek dünyanın sonunun ne zaman geleceğini iddia etmek derecesinde bir cüretkârlık sayılabilir. Ama UNESCO ve konunun yaygın tanınan en uzman kuruluşu, ABD merkezli SIL International – Ethnologue (*) verilerine bakarsanız, bildiğimiz ölmüş diller olduğu gibi, gözümüzün önünde can çekişen, hastalanan, yok olmaya yüz tutan, zayıflayan diller de mevcuttur. İnsanlığın, ortak kültür varlıklarımızın bir parçası olan, kültürün demirbaş bir bileşenini oluşturan dillere artık bilinçli olarak sahip çıkma zamanı gelmiştir. Zira Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu UNESCO’nun yayımladığı dünya dillerinin durum raporu diyebileceğimiz, “2008 – Dünya Tehlikedeki Diller Atlası”na (**) göre, günümüzde bir biçimde “tehdit” altında tam 2498 dil vardır. Hatta UNESCO adına çalışmanın eşgüdümünü yapan Avustralyalı dilbilimci Christopher Moseley’in güncellemesi bu sayıyı 2511’e yükseltmektedir. Kesin sayılar üzerinde anlaşmak her zaman kolay olmasa da, UNESCO’nun yalanlamadığı, Ethnologue ‘un yayınladığı en taze bilimsel veriye göre yeryüzünde tespit edilebilmiş 6912 dil mevcut. 6 milyarı aştığı varsayılan dünya nüfusunun yüzde 4’ü kayıtlı dillerin yüzde 96’sını kullanıyormuş. Bir başka deyişle dünyanın yüzde 96’sı da diğer yüzde 4 dille iştigal ediyor, anlaşıyor. Yani yaklaşık bir hesapla 5,7 milyarı aşkın dünya vatandaşı esas itibariyle 320 dili konuşuyor. UNESCO Atlası geriye kalan 6600 dilden neredeyse 2500’ünün bir biçimde tehlikede, yok olmak tehditiyle karşı karşıya olduğunu anlatıyor. Örgüt tehditin vahamet derecesini ölçebilmek için “Yaralıdan Ölmüşe” 5 seviye belirlemiş. Hafif yaralı diyebileceğimiz “Hassas/Kırılgan” 607 dil var. Sayısı en yüksek katman, hastanelik derecede yaralılar, “Tehlikede” 632 dil. “Ciddi Tehlikede” olan dillerin sayısı da 502. Yoğun bakımda olması gerekenler “Vahim Derecede Tehlikede”, kritik durumda olanlarsa 538’i buluyormuş. Son üç nesilde yani yaklaşık 60-70 yıldaysa 220 dil de sizlere ömür! “Ölmüş”, resmen yok olmuş. Başka biçimde tasvir etmek gerekirse, örneğin “Hassas” gruptaki diller çocuklar arasında, ancak aile ve eviçi gibi sınırlı mekânlarda konuşuluyormuş. “Tehlikede”kiler artık evde çocuklara dahi ana dil olarak öğretilmeyen dillermiş. “Ciddi Tehlikede” olanları yalnızca büyükanneler, büyükbabalar konuşuyor, ancak çocukları anlıyormuş. Fakat torunlar birkaç biçimde bilmiyorlarmış. Anlayanın ve konuşanın yalnızca büyükanneler ve babalar olduğu diller “Vahim Derecede Tehlikede”kileri oluşturuyormuş. İlk kez 1996, ikinci kez 2006 basılan Atlas’ın güncelleştirilmiş ve şimdilik yalnızca dijital temelde kamuya açık 2008 baskısında (kâğıt baskısı Mart’ta) verilen bilgilerden birkaç “Ölüm İlanı” aktaralım: İngiltere’nin Man adasında yaşayan Ned Maddrell’in 1974’te vefatıyla “Mança” konuşan kimse kalmamış. Yeryüzünde “Ubıhça” bilen tek kişi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Tevfik Esenç’in 1992’de ölümüyle bu dil de ölmüş. “Eyakça” da, Alaskalı Marie Smith-Jones’ın 2008’de gömülmesiyle toprak olmuş. UNESCO’nun Genel Müdürü Koïchiro Matsuura’nın da dediği gibi, “Bir dilin yitirilişiyle –insanlığın- maddi olmayan kültürel varlığının sayısız biçimleri de yok oluyor. Özellikle de şiir ve destandan, ata sözleri ve şakalara bir toplumun, bir cemaatin kültürel mirasını temsil eden sözlü, ağızdan ğza ifade ve gelenekleri yitirilmiş oluyor. Aslında dillerin kaybı insanlığın biyolojik çeşitlilikle (Bio-diversité) sürdürmeğe, geliştirmeğe çalıştığı yakın bağa da darbe vurmuş oluyor, Çünkü bu diller doğa ve evrene ilişkin bir takım özgün bilgileri de beraberlerinde götürüyorlar.” 1996 Atlası’nda 600, 2001 Atlası’nda 900 dilin, 2008’de ise 2500 dilin tehdit altında olduğunun vurgulanması, ilk bakışta son 10 yılda tehlikenin büyük oranda arttığının belirtisi gibi algılanıyor. Daha doğrusu geçen hafta Türk basınında çıkan sınırlı haberlerde böyle “kolaycı” yorumlara rastlanıyor. Halbuki konuya ilişkin bir açıklama yapan UNESCO Genel Müdür yardımcısı Françoise Rivière, “Son 10 yılda saptanan gerçek ve eğilimler durumun vahimleştiğinin göstergesi değil. Aksine tespit ve veri tabanımız hızla genişliyor. Araştırma yöntemlerimiz gelişiyor. Sahaya daha iyi giriyoruz ve tanıyoruz.” Bangladeş halkının dili uğruna 1952 yılında düzenlediği eylemlerin sembolik günü 21 Şubat’tan esinlenen BM ve UNESCO 2000 yılından beri her 21 Şubatı “Dünya Ana Dil Günü” olarak kutluyor. Bu tarih tehlikede ya da zor durumdaki dillerin yaşam ve gelecek mücadelesi açısından bir dönüm noktası oluşturuyor. 30 kişilik bir ekiple UNESCO’nun araştırmasını ve mevcut verilerin güncelleştirilme çalışmasını yürüten Christopher Moseley en büyük tehlikenin yaşandığı bölgelerin “paradoksal” bir biçimde, farklı diller açısından en zengin yöreler olduğu gerçeğinin altını çiziyor. Sırasıyla Hindistan 196, ABD 192, Brezilya 190, Endonezya 147, Çin 144, Meksika 144 ve Rusya 136 konuşulan dile rağmen dünyanın en yüksek “Tehlikedeki Diller” potensiyeli barındıran ülkelerini oluşturuyorlar. Uzmanlara göre ne sömürgecilik döneminde, ne de günümüzde İngilizce’nin ‘emperyalist’ amaçlı egemenliği yerel egemen dillerin varlığı kadar küçük dilleri tehdit etmiyor. UNESCO Genel Müdür yardımcısı Françoise Rivière, küçük dillerin “kökünün kurutulması” sürecinde iki belirleyici etken olduğunu ileri sürüyor: “1) Askeri: Bir grubun dünya görüşünü yok etme iradesi. 2) Psikolojik: Bir grubun baskın dilin egemenliğine girme arzusu.”
Dünyanın en çok dilin konuşulduğu yörelerinin başında 2269 dille Asya geliyor. Onu 2092 dille Afrika, 1310 dille Pasifik, 1002 dille Amerikalar ve ancak 239 dille Avrupa izliyor. Orantılı olarak en az tehdit gören bölgelerin başında Asya ve Pasifik okyanusu arasında yer alan Melanezya geliyor. 800’den fazla dilin konuşulduğu yörede 88 dilin nispi bir tehlike içinde olduğu gözlenmiş. Yaklaşık 2000 civarında dilin konuşulduğu Sahara altı Afrika’sında da önümüzdeki yüzyılda kötümser ihtimalle yüzde 10 bir kayıp yaşanabilirmiş. Ancak Doğu Afrika’da, Tanzanya’da Swahili, Endonezya’da Brassa dillerinin egemenlik kavgası veya yalnızca ekonomik anlamda bir hayatta kalma çabası 30-40 dilin “ölümü”nü getirebilirmiş. Tehlike bir kez daha siyasi ve iktisadi çıkarların yoğunlaştığı, çatıştığı bölgelerde ortaya çıkıyor. Ancak Atlas’ın da vurguladığı gibi durumlar çoğu zaman basmakalıp önyargılar veya ideolojik yaklaşımlarla açıklanamıyor. Örneğin 36 dilin konuşulduğu Türkiye’de 3 dil “Ölmüş”, 15 dil çeşitli düzeylerde “Tehlikede”. Ne ölenler, ne de tehdit altında olanlar ilk ağızda akla gelenler değil. Mlahsö (Türkiye ve Suriye lehçeleri), Kapadokya Yunancası ve Ubıhça Türkiye’de 1950’den bu yana ölmüş diller. “Hassas” olanlar Abhazca, Adigece, Kabartayça ve Zazaca. “Tehlikede” olanlar Abazaca, Batı Ermenicesi, Hemşince, Lazca, Pontus Yunancası, Romanca ve Suretçe. “Ciddi Tehlikede” olanlar Güney Balkanlar Gagavuzcası, Ladino/ Judeo-İspanyolca ve Turoyoca şeklinde sıralanmış. Aslında neredeyse ölmüş, artık Türkiye’de hiç kimsenin konuşmadığı Ertevin dilini de UNESCO “Vahim Derecede” kategorisine koymuş. 1980 yılında UNESCO’nun gerçekleştirdiği bir araştırma çerçevesinde Türkçe veya (Türkik) Türk Dilleri nitelenen Ural-Altay dilleri silsilesinin Altay altgrubunda yer alan dilleri konuşanların sayısı 200 milyonu aşıyordu. Ethonologue rakamlarıyla bugün doğrudan 150, dolaylı yani lehçeleriyle 200-250 milyon arası değişen bu kanat içerisinde Türkiye Türkçesi’nin yaklaşık 80 milyon civarında doğrudan bir nüfusu mevcut. Özellikle Rusya’nın bazı cumhuriyetleri, Sibirya ve Kuzey Asya’daki Türk dillerinin önemli bir kısmı “Tehlikedeki Diller” arasında yer alıyor. Bugün yeryüzünde sayılan 199 dili hayatta kalan 10 kişiden daha az insan konuşuyormuş. Halbuki Françoise Rivière’in de vurguladığı gibi, bugün dünyanın bir çok yöresindeki çok sayıda dil yeniden canlanmakta. Kişilik UNESCO Atlası’nda da görülebileceği üzere Fransa’nın Deniz Ötesi topraklarından Pasifik adalarından Yeni Kaledonya’da tekrardan hayat bulan Sişee, Peru’da güçlenen Aymara ve Keşua veya Yeni Zelanda’da Maori, Paraguay’da Guarani dillerini yeniden doğuşların örnekleri olarak zikretmiş. Bilindiği kadarıyla sözgelimi Türkiye’nin herhangi bir yerel diller koruma programı ve de isteği yok. Bir ülke topraklarında yaşayan dillerin, “Her ülkenin ulusal varlığı ve evrensel zenginliğe katkısı olarak algılanması gerektiği, eğitim ve kültür politikaları geliştirilmediği sürece ölmeye mahkum diller olduklarını” savunan bayan Rivière şöyle ilginç ve düşündürücü bir görüş daha eklemiş: “İrili ufaklı bütün dillerin geleceği, her şeyden önce onu konuşanların, onu kullanmaktan duyacakları gurura bağlıdır”.
RADİKAL'DE YAYIMLANAN HABER...
2500 dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıya... Livonian dilini bilen kişi sayısı bir. Ekvator’un dili olan Andoa’yı konuşan 10 kişi kalmış. Ned Maddrell adlı bir balıkçıysa Manx dilini konuşan son kişi
Kanlı ortaçağdan 20. yüzyılın ortalarına kadar ‘Livonian’ Baltık denizinin doğusundaki binlerce kişinin diliydi. İşgalciler gelip gittiler, hükümdarlar geldi ve geçti ama bölgede yaşayan azınlığın dili olan bu dil varlığını sürdürmeyi başardı. Derken İkinci Dünya Savaşı başladı ve önce Naziler sonra Sovyetler bölgeyi işgal ettiler. Livonian adlı bu dili konuşanlar Rusça öğrenmeye zorlandı. Günümüzdeyse bu dili ana dili olarak öğrenmiş kişi sayısı bir. Sadece bir kişi bu dili ve bu kültürü içinde yaşatıyor. Livonian dilinin yok oluşu korkunç savaşların, işgallerin ya da küreselleşmenin olağan bir sonucu olarak görülebilir. Zaten başlangıçta dili konuşan fazla bir insan yokmuş denilerek gözardı edilebilir. Oysa -bir dilin yok oluşunu hangi nedenlere bağlarsanız bağlayın- artık kabullenilmesi gereken ürkütücü bir gerçek var: Bunlar şaşırtıcı manzaralar değil. The Guardian, kaybolan diller üzerine yayımladığı bir araştırmayla sorunun ciddiyetine dikkat çekmiş ve kimsenin kendisini çok rahat hissetmemesi için bizleri uyarmış. Geçtiğimiz haftalarda Unesco dünyada konuşulan tehlike altındaki dilleri içeren ilk resmi listeyi yayımladı. Uzmanlardan oluşan bir ekibin yaptığı araştırma sonucu hazırlanan listeye göre risk altında olan 2500 dil var, bunlardan 500’ü kritik durumda ve 199’u on ya da daha az kişinin ana dili.
Katil diller hangileri?The Guardian tehlike altındaki dillerin, en az tehlike altındaki hayvan ve bitki türleri kadar önemli olduğunu ve yok oluşlarının, çeşitliliğin yok oluşu anlamına geldiğini yazıyor. (Topu topu iki bin kişinin konuştuğu bir dilin yok olmasına ne sakınca var demekle, herkes İngilizce konuşsa iletişim sorunu ortadan kalkar demek arasında fazla bir fark yok. Bu sorun, diller savaşı, çağın önemli var olma savaşlarından biri.) Atlas’tan Christopher Moseley bu durumu “Her dil ayrı bir düşünce biçimini, simgeleri, sesleri ve tüm bunların uyum içinde çalıştıkları kendine özgü mimariyi beraberinde getirir, bu o kadar hassas bir sistemdir ki sonsuza kadar kaybolup gidebilir ve bir daha geri getirilemez” şeklinde özetliyor. Modern dünyanın dillerin ölümü üzerindeki rolü büyük. Sağlıklı bir dil rahatlıkla ölebiliyor çünkü onu konuşanlar daha yaygın başka bir dile geçiş yapıyorlar. Bu durum işgal ya da göç sonucu gerçekleşiyor. Belki de bu nedenle hiç de şaşırtıcı olmayan biçimde riskin en yüksek olduğu iki ülke büyük bir ekonomik değişim geçirmekte olan Hindistan ve Brezilya. Bu değişimler çoğunlukla geleneksel yaşam biçimlerini değiştiriyor, insanları egemen dili konuşmaya itiyorlar. Unesco’ya göre bir dilin ölmesinde, o dili konuşan insanların kültürleriyle, miraslarıyla yeterince gurur duymamaları veya o dili konuşanların ‘katil diller’ denilen İngilizce, Fransızca ve İspanyolca benzeri çoğunluk dillerini benimsemeleri gibi etkenler söz konusu olabiliyor. Ama Unesco’ya göre bu son araştırmayla dil bilimciler artık hangi dillerin neden yok olmakta olduğunu tespit ettikleri tespit etmeye başladıkları için artık bir umut var. Yeniden hayata dönen diller de var. Bunlardan ilki 20. yüzyılın ikinci yarısında yükselişe geçen İbranice. Onu Katalan, Welsh ve Breton dilleri takip ediyor. Dünyanın dört bir yanındaki topluluklar kültürlerini ve dillerini korumak için savaşıyorlar. Ama bazen savaşmak yeterli olmuyor. Unesco’nun listesine göre Ekvator’un dili olan Andoa’yı konuşan 10 kişi kalmış. Ned Maddrell adlı bir balıkçıysa Manx dilini konuşan son kişiymiş ve 1974’teki ölümünden önce kaydettiği cümleler haricinde Manx’tan geriye hiçbir şey kalmamış. Konuşan sadece bir kişinin kaldığı diğer dillerse Unesco’nun listesine göre şunlar:Wintu-Nomlaki: Kuzey Kaliforniya Kızılderili dillerinden. Yaghan: Şili’de konuşulan dillerden. Kaixa: Bu dili konuşan son kişi olan Brezilyalı 78 yaşındaki Raimundo Avelino Unesco tarafından koruma altına alındı. (Yöre halkı Portekiz fethinden bu yana geçen yıllar içerisinde yavaş yavaş ana dillerini bırakarak Portekizceye geçmişler.)

Hiç yorum yok: